AK Gençliğin Buluşma Noktası
Bütün Peygamberler Bütün peygamberlerimiz ile ilgili konularımızı bu bölümde paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 05-23-2008, 01:31   #1
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Zemzem’i İçerken Niyetin Önemi :
İbn Abbas (r.a.) dedi ki: “Biz ona (zemzem) şefaat derdik. Onu biz çoluk çocuk için en güzel yardım olarak bulurduk”[1]

Bu su da;

Hz. İbrahim’in Bereketi,

Hz. Hacer’in gayreti, Sa’yı,

Hz. İsmail’in çığlığı ve gözyaşı,

Hz. Muhammed Mustafa’nın duası vardır.

Bu su zemzemdir,

Korkma, şifa niyetiyle,

Bereket niyetiyle,

Tüm günahlardan arınma niyetiyle,

Tüm dertlere karşı, bir antibiyotik olması niyetiyle iç.

Hem de kana kana iç, havz-ı Kevserden içmek niyetiyle,

Allah’ın gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı bir günde, kızgın güneşin etkisinden, o günün azametinin ve dehşetinden kurtulma niyetine,

Aşırı susuzluğunun giderilmesi niyetine iç,

Peygamberin şefaatına nail olmuş, cennete girmek için sırasını bekleyen şerefli müminlerden olmak niyetine iç.

Cehennemden azad olma müjdesini alma niyetine iç.

Gereği gibi davranınca, sa’yını gayretini Allah için sarf edince, teslimiyet ve tevekkülde kusur yapmayınca, gör ki Allah sana da nice zemzemler verir.

İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadisi şerifte, Allah Resulü şöyle buyurdu: “Münafıklarla aramızdaki alamet (fark) onlar, zemzemden kana kana içemezler.“[2] Münafık zahiren o sudan içse bile, susuzluğu asla bitmez, çünkü kalbinde hastalık olana, zemzem şifa vermez. Zemzemi içerken gönül dünyamızı hoş, kin ve nefretten ise boş tutmalıyız.

Niyetlerimiz halis olmalı, Allah için olmalı ki, zemzemi içtiğimizde ne için içtiğimizin gayesine erişelim, dualarımız makbul, günahlarımız mağfur, kalplerimiz nurlarla dolsun.

Hz. Cabir’den merfu bir hadiste “Zemzem ne için içilirse, onun içindir (yani ne niyetle içilirse ona iyi gelir).”[3] denilmiştir.

Abdest alıp dışımızı zemzemle yıkadığımız gibi, içimizi de zemzemle yıkamalıyız, günah kirlerinden arındırmalıyız, zemzem; göğsümüze, kalbimize şifa olmalıdır, onunla niyetlerimiz halisane bir duruma gelmelidir.

“İbn Abbas (r.a.)’a bir adam geldi ve ona nereden geldiğini sordu: Adam, dediki: Zemzem suyunu içmekten geliyorum. İbn Abbas (r.a.) ise ona dedi ki, Gerektiği şekilde (adabına riayet ederek) ondan içtin mi? Adam dedi ki: Bu nasıl olur? Ey İbn Abbas! İbn Abbas ise şöyle cevapladı: İçmeden önce Kıbleye dön, sonra Besmele getir, üç nefeste ve kanarak iç, bitirdiğinde ise Allah’a hamd et, şeklinde zemzemi içeni uyarmıştır.[4]

Yine İbn Abbas zemzemi içerken şöyle dua ettiği rivayet edilmiştir: “Allah’ım senden faydalı ilmi, geniş ve bol bir rızık, bütün dertlerden deva isterim.” [5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Rudani, II/169; Mecma’, III/286.

[2] İbn Mace, Sünen, Menasik, 78, 3061.

[3] İbn Mace, Sünen, Hadis no: 3062.

[4] el-Mücediddin Ebi Berekat, b. Teymiyye, el-Münteka min Ahbari’l-Mustafa, Riyadh, 1982, II/289.

[5] A. Şeriatı, Hac, s. 73.

 

dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 05-23-2008, 01:31   #2
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Hz. Hâcer’in Gayreti ve Tevekkülü :
Hacer, Mekke çevresindeki kuru ve yanık dağlar arasında, su bulabilmek için tek başına koşuşturmaya başladı. Tam bir arayışla, hareketle, gayretle, himmetle, kararlılıkla, kendine güvenle, kendi ayakları üzerinde durmakla, kendi iradesiyle kendi düşüncesiyle... Bir kadın bir anne ve yapa yalnız bir telaş ve büyük bir arayışla...

Hacer, perişan ve sancılı, korumasız, sığınmasız, evsiz, toplumsuz, sınıfsız ırksız, kabilesiz ve ailesiz ama ümitli... Umutlu bir esir, bir garip, bir cariye, kimsesizlerin kimsesine sığınarak, her şeyin ona döneceğine ilmi, ayni ve yakini imanla gayretini sürdürdü.

Yüksek tepelerde bağırıp çağırmadan, saçını başını yolmadan, umutlarını yitirmeden, büyük bir tevekkülün ardında, yapılması gereken gayretini konuşturmaya ve koşuşturmaya çalışıyor. Bebeği cancağızı için bir yudum su arıyor...

Peki burası susuz bir vadi, kupkuru bir yer değil mi? Suyun olmadığını Hacer bilmiyor mu veya unuttu mu? Unutmadıysa bu ne koşuşturma! Yerine otursa ve beklese ya...

Hayır hayır.. O bu şekilde oturmaz ve oturamaz. Oturursa iradesi sa’yı ve gayreti ne olacak?

İsmail, biricik yavrusu, su su diye ağlamıyor mu? Yoksa suyu gökten mi bekliyor, yerden çıkan bir su yok ki, yoksa tevekkülünden bir şey mi eksildi?

O bu şekilde emr olunmuştu, yani ilk önce gayret, sonra tevekkül, asla kolaycılığı seçemezdi, kesinlikle tembelliğe baş vuramazdı, kaderciler gibi davranamazdı. Bir şeyler yapmalı ve en azından su aramalıydı, Allah’ın yardımı için bir şeyleri yaptığını ortaya koymalı idi. Çünkü Allah bizden sa’y istiyor, ibadet istiyor, dünyayı ve ahireti mamur etmemizi istiyor.

Bu da ancak Hacer gibi koşuşturmakla mümkündür, yani biz bir adım atmalıyız ki, Allah da bize doğru on adım atsın, biz O’na koşacağız ki, O da bizi rahmetine gark etsin, biz O’nu sevmeliyiz ki O da bizi, cennetiyle kuşatsın.

Hacer gökten değil, yerden kaynayan bir suyu, manevi değil, maddi bir suyu yani içme suyunu bulmak için koşuşturuyordu.

Herkesin bildiği ve onsuz yapamadığı, yeryüzünde bulunan akıcı bir madde su. Maddi hayatın yanı başında olduğu halde susuzluğunu çektiği şey, bedenin maddi ihtiyacı ve kana kana içtiğimiz su, annede süte dönüşen bebeğin ağzındaki temel gıda olan su....

Su arama çabası; su mücadelesi, maddi hayatın ve yeryüzündeki yaşamın sembolüdür. Somut bir ihtiyaçtır. Ademoğlunun toprakla, dünyayla olan bağıdır! Bu dünyanın cennetidir. Yeryüzünün ziyafetidir![1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] A. Şeriatı, Hac, s. 73.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:31   #3
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: Hz. HÂCER VE SAY
1. Say’ Yapmak :





Sa’yın sözlük anlamı, çabalamak ve gayret göstermektir.

Şer’i manası ise, hac ve umreye niyet edenlerin, Safa tepesinden, Merve tepesine kadar olan mesafeyi, yedi defa gidip gelmeleridir. Yani tavaftan sonra Safa ve Merve’yi yedi defa sa’y yapmaktır. Bu sa’y Safa tepesinde başlar, Merve tepesinde biter.

Hacca veya umreye niyet edenler, bu sa’yı yaparlar, sa’y tavaf gibi birden fazla veya nafile olarak yapılmaz, Sa’y cumhura göre, umrenin ve haccın rüknüdür; Hanefilere göre ise sa’y, vaciptir. Kur’an-ı Kerimde, Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki “Safa” ile “Merve” Allah’ın nişanelerindendir. Kim Ka’be’yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur. Kim gönülden bir iyilik yaparsa, karşılığını görür. Doğrusu Allah şükrün karşılığını verendir ve bilendir.[1]”

Hz. Peygamber efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Say’ı size yazdı, o halde sa’y ediniz.”[2]

Bu iki tepenin, Safa ve Merve adını nereden aldığı ile ilgili, özellikle tefsir kitaplarında bazı rivayetler vardır, bu rivayetlerden birinde; Hz. Adem kendisine yasaklanan ağaçtan yediğinde, cennetten atılmış ve Hz. Havva annemizden ayrı kalmıştır. Hz. Adem’in tevbesi kabul olunca da, günahlardan safi olduğu yani temizlendiği için Safa ismi; Havva annemizin Mer’e yani kadın olduğundan da Merve tepesinde oturmuş ve bundan dolayı da Merve tepesi de, Merve ismini almıştır.[3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara: 2/158.

[2] Ahmed, Müsned; Neylu’l-Evtar, V/50.

[3] Kurtubi, Ahkam, II/180; Mehmet Peker, Hacc Nedir?
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:32   #4
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Safa İle Merve Arasında Sa’yin Önemi :


Kabe yakınında, iki tepe olan Safa ve Merve arasında sa’y; Allah tarafından Hz. İbrahim (a.s.)’e bildirilen hac ibadeti amellerinden biridir. Ancak müşrikler cahiliyyede, Safa ve Merve tepesine iki büyük put koymuşlardı. Birinin adı, Es’af diğerinin ise Naile idi. İslam’dan önceki hac geleneğinde, insanlar bu iki tepe arasında gidip geldiklerinde, bu putları elleyerek selamlıyorlardı. Müslümanlar da Ka’beyi ziyaret ettiklerinde, cahiliye müşriklerinin bu tutumlarından dolayı, sa’y yapmaktan kendilerini imtina etmeye başladılar.

Hz. Aişe’den (r.a.) rivayet edilen bir hadise göre, Medineliler İslam’ı kabul etmeden önce bile, Safa ve Merve arasında sa’y geleneğine karşı idiler. Bu nedenle Kabe, kıble yapıldıktan sonra Allah, onların Safa ve Merve arasındaki sa’y ile ilgili şüphelerini kaldırarak, Hz. İbrahim’in hac ibadetini yaptığından beri varolan bir ibadet şekli olduğunu, ondan sonra gelen cahil kimseler tarafından uydurulmadığını bildirdi.[1]

Bundan dolayı da Cenabı Hak “..bu ikisini de tavaf etmenizde bir beis yoktur....[2]” ayetini inzal buyurdu.

Sahabenin bu ihtiyatlı tutumları, aldıkları terbiyenin ve ruhlarındaki, imanın meydana getirdiği aydınlığın bir ifadesiydi. Bu şuur, cahiliyede yapılanlara karşı duydukları nefretin açık bir delili idi. Artık ne onlar, cahiliyenin insanı ve ne de kendileri o hayatın malı idiler. Onlar için o kokuşmuş ve şirkle, zulümle yoğrulmuş, aşağılık ve sapkınlık hayata dönüş diye bir şey düşünülemezdi.

Sahabe-i Kiramın, hayat yaşantılarını gözden geçirdiğimizde, inancın onların hayatında meydana getirdiği, müthiş tesirleri ve değişimleri hayretle müşahede etmekteyiz. Cahiliye hayatından kurtularak, İslam’la şereflendiklerinde, öyle bir değişiklik yaşandı ki, sanki Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) efendimiz, bunları tutup var gücüyle onları silkeliye silkeliye bütün çirkefliklerini dökmüş ve elektrik akımının atom parçalarına, yeni şekiller verdiği gibi, bünyelerindeki hücreleri, yeni bir düzene sokmuş ve yeni bir dokuyuş ile dokumuştu.

Evet işte İslam budur!.. Cahiliyeye ait yaşantıdan sıyrılıp, Allah’ın emirlerine tam teslimiyet göstermektir. Kalbinde cahiliye kalıntıları olanlar, bunlardan sıyrılmak zorundadırlar. Daha önce yapmaktan kaçındıkları şeyde “Şüphesiz ki “Safa” ile “Merve” Allah’ın nişanelerindendir. Kim Ka’be’yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur. Kim gönülden bir iyilik yaparsa, karşılığını görür. Doğrusu Allah şükrün karşılığını verendir ve bilendir.” (Bakara: 2/158) emri gelince de bu emre uydular.[3]

Müslüman için Safa ve Merve’de Sa’y yapmak, cahiliye adetlerine ne derece nefret duyulduğunun bir göstergesi ve Allah’ın emirlerine olan saygının ve gösterilen itaatın bir nişanesidir.

Safa ve Merve tepesinde koşmak, Hz. Hacer’in bir arayışı, bebeğine su bulma gayreti, annelik sevgisi, ve şefkatinin bir sembolüdür.

Defalarca koşuşup yorulduğu, sımsıcak kumların çınlatan sessizliğine rağmen, hiç ümidini yitirmeyen, ümitliler zirvesinde oturan o yüce anne, yavrusu için kendisini feda etmeye hazır olan o güzel anne, azami gayret ve çabanın simgesi olan anne… Bütün benliğiyle sevgiyi, yokluğu, itaati içine sindirmiş çilekeş anne...[4]

Elini sıcaktan soğuğa sokmayan, hiçbir zorluğa hazırlıklı olmayan, her şeyi önünde hazır isteyen, tarihteki nice kutlu ve mutlu olan anneleri örnek alıp onların yolunda olmaya aday olmayan anneler!. Her şeyimi otomatik isterim. Ben falan gibi olamıyor muyum? Benden ne fazlaları var deyip aza kanaat etmeyen anneler? Anneliği kutsal kılan unsur! Acaba sadece doğurmak mıdır?

Evladını eğiterek, yetiştirmek ve büyütmek, Rabb’ine şükürdar olarak İslam’a bağışlamak var mıdır annelerimizin günlük programlarında? Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem, Hz. Musa’nın annesi Asiye, Yetim doğan Hz. Muhammed’in annesi Amine gibi annelerin hayat felsefeleri ile bizim hayat felsefemiz arasında ne gibi yakınlıklar var? Hiç düşündük mü? Ya babalarımız annelerimizden çok mu farklı bir konumdadırlar? Ya biz çocuklarımız için, yaşadığımız bu alemde duyduğumuz endişelerin ne kadarı, onların ebedi gelecekleri ile ilgilidir.

Safa ile Merve bize, nasıl bir anne ve nasıl bir baba olmamızı, yüce şiarlarla yetiştirip, bizi bize döndüren bir iman şuuru verir.

Sa’y; telaştır, arayış dolu bir harekettir. Bir amacın, bir davanın uğrunda olmanın ispatıdır.

Tavafta, Hacer’in,

Makam’da İbrahim ve İsmail’in

Sa’y’da yani Safa ve Merve arasında koşarken, yine Hacer’in rolündesin.

Söz konusu olan şekiller,

Rütbeler, görünüşler renkler ve modeller değildir,

Yalnız iman ve sevgi, inanç ve amel vardır.

Var olan hareket ve sebattır, insanlık ve Uluhiyettir.[5]

Safa ve Merve’de sürekli yönelmek ve hareket etmek,

Değişmek ve Allah’a doğru durmadan yürümek demektir.

Safa ile Merve bir teslimiyet ve bir itaat örneği,

Barınaksız ve himayesiz,

Yalnızlık, yoksulluk,

Sessizlik deryasından ümitsizliğe,

Tembelliğe ve acizliğe karşı meydan okumanın sembolüdür.

Bu sembol Kur’an-ı Kerimin ifadesiyle,

Yüce Allah’ın nişanesi olan, annelik sevgisine hürmet etmek,

Anne ve babaya gereken saygıda kusur etmemektir.

Allah’ın merhametine sığınmak,

Nimetlerinden dolayı, Rezzaku’l-Alemine şükür etmektir.

Safa ile Merve’de tıpkı annemiz Hz. Hacer gibi,

Aç ve susuz bekleyen yavrumuza, su aradığımız gibi sa’y etmemiz gerekir.

Tüm gayretlerimiz,

sevgilerimiz ve sevdalarımız,

Yüce Rabb’imiz ve onun rızasını kazanmak ve merhametine,

Şefkatine kerem ve ihsanına kavuşmak için olmalıdır.

Bu tepeler arasında tekbirlerle,

Tesbihlerle tehlillerle,

Salavat ve dualarla,

Dillerimizden ve gönüllerimizden,

Bunları hiç düşürmeden hervele ile koşmalıyız.

Ahdini yenilemiş bir iman ile, küfre asla boyun eğmeme sözünü vermeliyiz.

Burada ruhlarımızın yeniden canlanışını,

Dirilişini izzet ve şerefin kıymetini yeniden kendimizde sembolize etmeliyiz.

Safa’dan Merve’ye doğru;

Allahu Ekber... Allahu Ekber.. Allahu Ekber.. diyerek

Yürü ve de ki; Tüm hamd ve senalar,

Sana Ey Rabb’im!

Bizi hidayete eriştirdin,

Bize dost oldun.

Bizim Mevla’mız Sensin.

Bugün ne mutlu bize,

Senden başka ilah yoktur,

Rabb’im! Birsin şerikin ve ortağın yoktur.

Mülk Senin, hamd ancak Sanadır.

Öldüren ve dirilten Sensin,

Tüm hayırlar, Sendendir ve Sen her şeye kadirsin,

Sana inanan kullarına olan vaadini yerine getirdin.

Kulunu muzaffer kıldın.

Düşmanlarını ise hezimete uğrattın.

Senden başkasına asla ibadet edecek değiliz.

Din senindir ve Senin olacaktır, kafirler bunu istemese de…[6]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubi, Ahkam, II/180; Mehmet Peker, Hacc Nedir?

[2] Bakara: 2/158.

[3] Bkz. Seyyid Kutub, Fi Zilali’l-Kur’an, Terc; Komisyon, (M.E.Saraç..), Hikmet Neşr. İst., I/311.

[4] Vehbi Unal, Peygamber Efendimizin Veda Hutbeleri, İst, 1998, s. 32.

[5] A. Şeriati, Hac; s. 70.

[6] Mehmet Peker, Hacc Nedir?
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:32   #5
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: Hz. HÂCER VE KADIN
1. Hz. Hâcer’in Günümüze Kadar Ulaşan Mirası : “ Zem zem / Say / Hıtan” :
Hz.Hâcer’in bizlere en büyük mirası “Zem zem” ve Safa ile Merve arasında yedi kere yapılan “Say” ve “hıtan”dır.

Hz. Hâcer, kulakları delinen ilk kadın olduğu gibi, kadınlardan, ilk sünnet olunanıdır.[1] Bu, kadınlar hakkında sünnet ve âdet olmuş, fakat bu daha sonradan, terk edilmiştir.[2]

Allah Rasûlünün Aleyhisselam’ın şu kavline bak: "Hz. Hâcer'in safa ile merve arasında yedi kere gidip, gelmesinden dolayı, insanlar, bu iki tepeciğin arasında sa'y ederler" diye buyurmuştur.[3]

Her yıl insanların Safa ile Merve arasında tıpkı Hâcer gibi say yapmalarından Hâcer için daha büyük bir ikram ve yüceltme olabilir mi? Allah O’ndan razı olsun. Bu nasıl bir şuur ortaklığı ki en uzak yerler müslümanların koşarak geliyorlar. Say’da bütün kalpleriyle Hacerle birlikte aynı duyguları, hisleri ve hareketleri yaşıyorlar. Bu ne büyük bir hedef birliğidir?[4]

Üstad Ebu’l Hasan Ali El Hasani En Nedvi şöyle diyor: Mü’min ve muhlis bir kadından açığa çıkan bu mecburi hareketleri Cenab-ı Hak ebedi kıldı. Her asırdaki ve her nesildeki akıllıların, felsefecilerin, dahilerin, lider ve meliklerin en büyüklerinin yapmakla mükellef oldukları ihtiyari hareketler yaptı. Öyle ya, onların hac ibadetleri bu iki dağ arasında say yapmadan tamam olmuyor. O iki dağ ki, her sevenin ve her itaat edenin miykatıdır.

Say, müslümanı bu alemde en güzel bir şekilde temsil etmektedir. O, akıl ile duyguyu, güzellik ile inancı bir araya toplamaktadır. Müslüman akıldan yardım alır ve onu hayatının menfaatleri yolunda kullanır. Fakat bazen de duygularına boyun büker. O duygular ki, akıldan daha derinlerdedir. Müslüman şu alemde yaşar ve bazen olur ki, şehvetler tarafından kuşatılır ve süslerle ve gösterişle etrafı dolar. Fakat o, bunların aralarından yürür gider. Tıpkı Safa ve Merve arasındaki Say yapan gibi. Herhangi bir şeye takılmaz ve hiçbir şeye bağlanmaz. Sadece onun hedefi ve işi kendisini karşılayan şeydir (ahiretidir). O, hayatını belirli şavt’lar (Kabe etrafında tavafta her bir dönme) olarak kabul eder. Hayatını Rabbine itaata hasreder. Kendinden önceki salih müminlere uymaya tayin eder. İmanı, onu çalışma ve araştırma yapmaktan asla men etmez. Çalışması da Allah’a olan tevekkülünü ve O’na olan güveninin engellemez.

Öyle bir harekettir ki, kıymeti, ruhu ve mesajı “Sevgidir” ve “teslimiyet”tir.”[5]

Peygamberimiz as. "Allah, İsmail'in Annesi, Hâcer'e rahmet eylesin! Eğer, o, Zemzem'i, kendi haline bıraksaydı da, suyu avuçlamasaydı, mahakkak ki zemzem, akar bir kaynak olurdu!" buyurmuştur. [6]

Hz. Hâcer, Cebrail as.’ın konuşmasına ve kendisini teselli etmesine mashar olmuştur: Melek, Hz.Hâcer'e "zayi ve helak oluruz diye sakın, korkmayınız! İşte, şurası, Beytullah'ın yeridir. O Beyt'i, bu çocukla Babası yapacaktır! Muhakkak ki, Allah, o işin ehlini zai etmez!" dedi. Hz.Hâcer, bu sudan içti, sütü gelince de çocuğunu, emzirdi.[7]

Bazı toplumlarda, kızlarda erkekler gibi sünnet edilirler. Daha çok gizli olarak icra edilen bu sünnet Mısır, Arabistan ve Cava'da yaşayan müslümanların bir kısmında halen mevcuttur. Bu toplumlarda İslâmiyet öncesi de sünnetin varlığı bilinmektedir. İslâmiyetin zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün İslâm dünyası dikkate alınırsa azınlıkta kalan yerel bir âdet olarak görülür.[8] Klitoris üzerindeki küçük bir parçanın kesilmesi olan, kadınların sünneti rivayete göre Hz. İbrâhim zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan hanım Hz. Hâcer'dir.[9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süheyli-Ravdülünüf c.1, s.91; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.154; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.171.

[2] M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.171.

[3] Buhari-Sahih c.4, s.114; Ezraki-Ahbaru Mekke c.1, s.55; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.323; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.103; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.9, s.369; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.155; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.178.

[4] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 301.

[5] El Erkanu’l Erbeatü (Dört Rükün) adlı kitaptan alınmıştır. s.237; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 302.

[6] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.1, s.253; Buhari-Sahih c.4, s.114; Taberi-Tarih c.1, s.131; Sâlebî-Arais s.82; Beyhaki-Delâil c.1, s.323; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.103; Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.9, s.369; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.155; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.179.

[7] Buhari-Sahih c.4, s.115; Taberi-Tarih c.1, s.131; Sâlebi-Arais s.82; Beyhaki-Delâilünnübüvve c.1, s.323, Kurtubi, Camiu li Ahkâmi'l-Kur'an: c.9, s.369; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.155; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.180.

[8] A.J. Wensinck, Hiton, IA, VlI, s. 543; Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi, c.5.

[9] Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Z. K. Uğan, Ankara 1954, I, 371; Şamil, İslam Ansiklopedisi, Sünnet Maddesi, c.5.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:32   #6
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. Siyah Bir Kadın : HACER
Siyah bir kadın: Hz. İbrahim’in çocuğu olmayan Sare’nin üzerine nikâhladığı bir Habeş’li bazı rivayetler kendisine Mısır’da yönetimince sunulduğunu söylüyorlar. Onemsiz birisi yani; köle, siyah, hizmetçi, hattâ alınıp satılabilecek bir meta...

Kimsesiz bir vadide, ekin bitmez çorak bir toprakta, kuç uçmaz kervan geçmez bir yörede memedeki oğlu İsmail’le yapayalnız bırakılmış; bırakılmasını emretmiş Allah. Bu emir karşısında asla “Hayır” dememiş, demeyi aklından bile getirmemiş belki... Teeslimiyetin en büyük örneği, Allah’a bağlanışın sembolü. Ne yiyeceğini, ne içeceğini düşünmemiş, başını sokacak bir ev istememiş, yapacağı bir yatak ve hattâ, hattâ yiyeceği bir lokma ekmek ve içeceği bir yudum su dahi yoktur. Ne yapacak yapayalnız dağlarda, ne yiyecek, ne içecek? Düşünmemiştir bunları, madem ki, Allah böyle istemiştir, o halde boyun eğmelidir.

Ama bilmektedir. Allah’ın sünnetini... Oturup gökten su istememnin, yatıp ekmek dilenmenin bu Sünnet’te yeri olmadğını bilmektedir. Memedeki yavrunsun kur toprağın üzerine yatırıp su aramaya koşmuştur. Bu dağlarda ve bu güneşin altında susuz yamanın imkânı yoktur. Bugün, Safa ve Merve denilen tepelerin arasında gidip gelmiştir.. Kendisinin oğlucuğu ile birlikte buraya bırakılmasın isteyen Rabb’nin çalışmasını (sa’y) sonuçsuz bırakmayacağına inanmaktadır. Gözleri ufukları taramış, bir gelen geçen aramış belki, ama boş dönmüştür. Kızgın güneşin altında ve kızgın toprağın üstünde, belki yalın ayak yedi kez gidip gelmiştir. Safa ile Merve arasında.. Evet teslimiyetle sa’yin, dua ile amelin birleşmesi gerektiğinin bilincindedir ve Allah’ın adaletine olan güveni de tamdır.. Yedinci gidip gelişinin sonunda hiç ummadığı bir yerden İlahi El’in kendisine uzandığını görmüştür.

Teslimiyetinin ve bu teslimiyetle birleşen çabasının sonuçsuz kalmadığını görmüştür; ummadığı bir yerden kaynaklanmıştır su; Hiç dinmemecesine, Kıyamet’e kadar dinmeden, kesilmeden devam edecek şekilde.

Bu kadın öğretmiştir gerçeği görmek isteyenlere.. O, tartışma içinde bocalayıp duran, hem teslimiyetten, hem de gerekli çabadan habersiz filozoflara asırlarca önce öğretmiştir gerçeği.. Akla güvenip ruhu göremeyen ruha bağlanıp aklı bulamayan zahitliğe dalıp dünyayı sömürgecilere bırakan, dünya hayatını amaç edinip Ebediyet’e boş veren, insanın iradesini ve gücünü tanrılaştırıp Allah’ı insanların işinden ve dünyadan uzaklaştıran, insana hiç güvenmeyip gücünü hiçe sayıp herşeyi oturup Allah’tan bekleyen, idealizm mi, realizm mi karanlıkları içinde el yordamıyla yol arayan sözde bilim adamlarına, sözde abid ve zahitlere, sözde filozoflaraa gerçeği asırlarca önce öğreten işte bu Habeş’li siyah cariyesidir. Akılla ruhun, idealle realitenin, çabayla teslimiyetin, duayla amelin, ruhla bedenin, dünya ile Ahiret’in uyum içinde birleştirilmesi gerektiğini ortaya koyan bu kadın olmuştur.

Bu kadın annedir, bu kadın öğretmendir, bu kadın öncüdür, liderdir... Ama, bir başka açıdan soruna yaklaşacaklar için, kadını ve onun taşıdığı değerleri yerle bir edecekler için bu kadır cariyedir, Habeş’lidir, siyahtır... Ama, bu tür değerlendirmelerle işimiz yok bizim... Hayır, teslimiyetin, itaatin, aşkın, bağlılığın, imanın, güvenin ve bunların yansıra çabanın, direnmenin, ümidin, iradenin sembolüdür bu kadın.

Bu Hacer’dir, ismi “Hicret” kelimesiyle ayın kökten gelir; Resûl’ün, “örnek muhacir Hacer gibi davranandır.” Diye Hicret’e örnek seçtiği kadındır. Hatırasının hem Allah’ın Evi’nin eteğine doğru uzatılarak bu Ev’le birlikte tavaf edilerek ölümsüzlerştirildiği ve hem de Hacc’da Sa’yla birlikte ebedileştirildiği ve “menasik”ten bir parça yapıldığı kadındır.

Allah’ın Evi’nin yanında yalnızca bu kadının mezarı vardır. Hacca gidenler onun su arayışının tekrarlar, yedi kez Safa ile Merva arasında onun gibi çaba gösterirler ve sonunda Allah’ın ona bahşettiği sudan içerler.

Allah’ın kulları arasında bir kadın, kadınlar arasında bir cariye ve cariyeler arasında Habeş’li bir siyahi.. Bu kadın tüccarlarının, kadın hakları savunucularının, kadını, arzularını doyurmada bir araç görenlerin, mallarının tüketiminde pazarlayıcı olarak kullananların, görünüşe, ırka, bölgeye değer verenlerin suratına indirilmiş en büyük bir şamardan başka nedir?

Ya, din adına, İslâm adına kadına çocuk yedirtip içirmekten ve altını temizletmekten başka görev vermeyenlerin, onu kocasının sadık bir bendesi olarak görenlerin bu şamardan hisseleri yok mudur?

Bu kadın Hacer’dir... Tevhid’in tarih boyunca tebliğini yapan insanlık katarının lokomotifleri rasüllerin babası İbrahim’in oğlu İsmail’in annesidir.. Allah onunla Sare arasında hiçbir ayrım yapmamış, Kitab’ın da “İshak Oğulları’na İsmail Oğulları”ndan hiçbir şekilde üstünlük tanımamış, hattâ Rasûller’in sonuncusu, en büyüğü ve Alemler’e rahmet olan Hz.Muhammed Mustafa s.a.v onun soyundan gelmiştir.

Müslüman kadını bir Hacer olmalıdır; insanlığa yol gösterecek liderlere anne olmalıdır; karanlıklarda ışık olmalıdır.. Allah’a teslim olmalı, ama bu teslimiyetin ne demek olduğunu iyi bilmelidir. Hacer gibi yalnız olduğu anlarda bil imanını ve ümidini yirmemeli, iradesi ve sabrıyla kuru topraktan su çıkarmalıdır. Susuz kuşakları sulayacak olan odur; onun gerçek değeri yaşadığı toprakta, doğduğu yerde, ırkanda, renginde ve fiziki yapısında değil ruhda ve aklındadır.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Mustafa Yağmurlu, Çağımızda Kadın Sorunu, Beyan Yayınları; s.61-66.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:32   #7
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
. İslâm’ın Kadına Verdiği Hürriyet :
Avrupa’nın dışındakiler, geleneklerinin derece ve seviyesi farklı da olsa Avrupa’ya uyup onu taklide koyuldular. Durumları ne olursa olsun taklit yolunda yürüdüler. Zira, bağımsız kişilikleri tam anlamıyla belirlenmemişti. Çünkü herhangi bir toplumun bağımsız kişiliği birinci derecede tarihi dayanaklarına sarılmasıyla ayakta durur. Bu dayanaklar her ne kadar liderlik anlamında değilse bile, toplumun müstakil şahsiyeti olarak yerini alır.

“Kadının Hürriyeti” davası, Avrupa dışındaki toplumlarda da böylece revâç buldu. Devrimin şekil yonü, daha çok kabul gördü. Çünkü bu yön kadına yaymaya çalıştığı hürriyetinde çabuklaşma bilinci veriyordu. Kadının erkeğe karşı özgürlüğünü duyurması tam hür olması bile, mazinin gelenek ve ilkelerinden kurtulması demekti. Gerçekte özgür olma, meydanlarda hürriyet bildiriminde bulunmadan önce, psikolojik bir gelişimin ifadesi olmaktadır.

Kadının hür olması harekti ki; kadın bunu başka bir toplumda, meselâ, İslâm toplumunda taklit ettiğinde, o zaman taklitçi kadının, aile için başka bir nizamı anlaması güç olmaktadır. Her ne kadar bu başka nizamın kadının hürriyete kavuşturma, bizzat aşağılanmasına ve değerinin yitirilmesine karşı koyma hususlarının ihtiva ettiği belirtilmiş olsa da sonuç vermemektedir. Çünkü kadın taklitçidir, aşağılanıp değerinin düşürülmesi pahasına da olsa taklit ettiği yolda yürümeye özen gösterecektir.

İslâm gelmiş ve evlilik akdini tamamlama konusunda kadının erkekle tam eşitlik hürriyetine kavuşturmuştur.

İslâm, eşlerin tekrar dönemeyecekleri karşılıklı zarara uğrama durumunda aralarındaki bağı kopararak erkeğe boşamayı, kadına da bir çeşit boşama hakkını tanımıştır.

İslâm gelmiş, kocası İslâm inancında iken karısının yahudi veya hıristiyan olarak inancının sürdürmesi hürriyetini tanımıştır.

İslâm gelmiş, erkeğin kendi malındaki tasarruf hürriyeti gibi kadına da özel malından tasarruf hürriyeti vermiştir.

İslâm gelmiş, kadına evlilik ilişkilerinde erkeklere benzer haklar vermiştir. Ayrılmış olsalar bile özellikle talakta İslâm, erkeğin daha çok insanlık ve güzel davranış göstermesini istemiştir.

İslam gelmiş, karı-koca ilişkilerinde cinsi uyumun olmasını zorunlu görmüştür. Yani, evliliğin duyurulması kadının güç durumda bırakabilecek gizli ilişkisinin haramlığı konularına özen gisterilmiştir. İslâm, çok kadınla evlenmeye izin verirken erkeğe, karısına ve çocuğuna karşı açık ve tam bir sorumluluk yüklemiştir.

İslâm gelmiş, kadına kadınlığının bir parçası olan hayâyı vermiş ve insan olarak üstünlüğünü belirtmiş, kocasından da evlilik isteğinin ifadesi olarak mihri, hediye ve bağış olarak takdim etmesini istemiştir.

İslam gelmiş, kadın ve erkekle ilgili bütün bu konuları yerine getirmiştir. Ama Avrupa’daki kadın hürriyeti davasının taklitçisi kadına göre bütün bunlar devrimin gayesi olan ve bugünkü devrimin gerçekleştirse de, insanî fazileti kazandırsa da geçmişin geride bıraktığı artıklardır.

Bu hareket, kadını caddede, plajda, salonda ve karışık toplantı yerlerinde iffetli halinden “soyulmuş et” durumuna düşürürken, kadının üstünlüğünü korumasının nasıl isteyebilir?

Bu devrim, kendi isteğiyle de olsa erkekle türlü giysileriyle karşılaşarak ve haya duygusundan uzaklaşarak onu teşvike zorlarken nasıl kadının asâletini koruyabilir?

İslâm, erkeğin erkekliğini ve iradesinin kabul ettiği gibi, kadının da kadınlığını, sevgi ve merhametini sürekli kılmıştır. Kadının erkekleşmesine, erkeğin de kadınlaşmasına engel olmuştur. Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası kuşağın, kadın hürriyeti hareketinde tam anlamışla eşitlik istemelerine ve çağımızdaki ilmi ilerlemenin erkeği kadına, kadını da erkeğe organ değişimiyle dönüştürmeye fiilen girişmiş olmalarına rağmen; İslâmın kadın ve erkekteki uygulaması belirtildiği gibidir.

İslâm, bir cinsin karşı koymasına rağmen insanlığın dini olacaktır. Çünkü bu karşı koyma, çözülme ve başıboşluk hareketidir. İslâm başıboşluk medeniyeti değil, insan medeniyeti olarak, insanlık uygarlığının kaynağı olacaktır.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Muhammed el-Behiy, İnanç ve Amelde Kur’anî Kavramlar, Yöneliş Yayınları; s.288- 291.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:33   #8
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
I. BÖLÜM: RABBE ADANAN OĞUL İSMAİL
1. İsmail as. Kimdir ?
İsmail kelimesi süryanice olup “Allah’a itaatkâr” anlamına geldiği nakledilmekle birlikte kelimenin aslı ibrânice Yişmâ’êl’dir. “Tanrı işitir” mânasındadır. Tevrat’ta Yişmael kelimesi meleğin “İşte sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın ve onun adını İsmâil koyacaksın, çünkü Rab sana olan cefayı işitti”[1] sözünden haraketle İbranice’de “işitmek, bir dilek veya isteği kabul etmek” anlamına da gelmektedir. [2]

Kur’ân-ı Kerîm'de adı zikredilen peygamberlerdendir. Kendisine "Allah'ın kurbanı" anlamına gelen "Zebihatullah" da denir.

Hz. İbrâhim'in, Mısırlı cariye Hâcer’den doğma oğludur. Kur’ân'da on iki yerde ismi zikredilmekte ve aynı zamanda kendisine vahiy indiği bildirilmektedir.[3] Hz. İsmail (a.s)'ın bir Resul ve Nebi olduğu, ümmetine Allah'ın emirlerinden olan namaz, zekât gibi emirleri bildirdiği anlatılmaktadır. Aynı şekilde Hz. İbrâhim ve Hz. İshak ile birlikte Hz. Ya' kub a.s'ın ecdadından birisi olduğu[4] ve İsmail a.s'ın babası İbrâhim a.s ile birlikte Kâbe'nin temelini yükselten ve O'nun temizliğinden sorumlu kimseler olarak anlatıldığı görülmektedir.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bkz. Tekvin, 16/11.

[2] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi İsmail maddesi c.23 s.76.

[3] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/136; Âl-i İmran, 3/84; Nisa, 4/163.

[4] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/133.

[5] Kur’an-ı Kerim: Bakara, 2/125-127; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İsmail Maddesi. c
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:33   #9
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İsmail as.’ın Şemâili :
İslâmi kaynaklardaki bilgilere göre İsmail uzun boylu, ak saçlı, güzel yüzlü, kırmızımsı tenli, küçük başlı kalın boyunlu, geniş omuzlu, elleri ve ayakları uzun, çok güçlü ve kuvvetli birisi idi.[1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23 s.80, Şamil İslâm Ansiklopedisi, İsmail Maddesi, c.3.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 05-23-2008, 01:33   #10
Kullanıcı Adı
dildade
Standart Hazreti İbrahim (a.s)
1. İsmail as.’ın Ok Atıcılığı, Avcılığı ve Ata Biniciliği :
Hz. İsmail Mekke'ye yerleşen Cürhümîlerin çocukları ile büyümüş ve onlardan ok atıcılığını öğrenmiştir.[1] Eslem kâbilesinden bir grup, yarış için ok atışırken, Peygamber s.a.v onlara şöyle demiştir: "Ey İsmail oğulları! Ok atınız, sizin atanız da mahir bir ok atıcı idi."[2] Hz. İsmail iyi bir atıcı ve avcıydı.[3] Mekke'nin harem bölgesinin dışına çıkarak avlanır ve avlanmayı, ata binmeyi, yabani atları ehlileştirip binmeyi çok severdi. Rivayete göre İsmail as. yabani atları yakalayıp ehlileştiren ve onlara binen ilk insandı. Ondan önce, vahşi hayvanlara binilmez ve binilemezdi.[4] Peygamber s.a.v "At edininiz! Onu miras olarak alın ve miras olarak bırakınız! Çünkü bu size babanız İsmail'in mirasıdır" buyurmuştur.[5]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Süleyman Ateş, Kur'an Ansiklopedisi c.10, s.292; Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23, s.80; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İsmail Maddesi, c.3.

[2] Ahmet b.Hanbel-Müsned c.4, s.50; Buhari-Sahih c.4, s.119; Belâzürî-Ensabüleşraf c.1, s.5; İbn.Abd.Rabbih-Ikdülferid c.1, s.190; Mes’ûdî-Murucuzzeheb c.2, s.70; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.193.

[3] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.23 s.80, M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.193; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İsmail Maddesi, c.3.

[4] Yâkubî-Tarih c.1, s.221; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.192; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.194.

[5]Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1, s.192; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.194; Şamil, İslam Ansiklopedisi, İsmail Maddesi, c.3.
dildade isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi