12-18-2009, 17:03 | #161 |
-İspat et!
Diyenlere derim ki: -Neyle ispat edeyim?.. ispat için kullanacağım her unsur onun mahlukutur. Haliki mahlukuna mı tastik ettireyim?.. NFK / mü'min - Kafir |
|
12-19-2009, 12:31 | #162 |
Hz. Ali Efendimiz'in buyurduğu gibi; bırakın Müslüman din kardeşi olarak birbirimizi incitmeyi, Adem kardeşi olarak diğer din mensuplarını bile kucaklayacak, yaratılanı Yaradan'dan ötürü hoş görebilecek erdemi gösterebilmeliyiz. Biz öyle bir yüce dinin mensubu ve öyle asil bir milletin mensuplarıyız ki düşmanımızın bile insan olduğunu hesaba katarak husumette aşırıya gitmeyecek; husumete vakit bile bulamayacak derecede muhabbet dostları olmak durumundayız. Çünkü bizler, bu söylenenlerin sadece lafta kalmayıp yüzlerce yıl her türden din ve ırk mensubu insanın bu coğrafyada kardeşçe, barış ve huzur içerisinde yaşadığını biliyoruz. Ve yine biz, "Yetmiş iki millete aynı nazarla bakmayan medresede müderris olsa da Hakk'a âsidir." diyen Hacı Bektaş-ı Veli'yi biliyoruz. "Benim çadırım gökyüzüdür, içine herkesi alır." diyen Yunus Emre'yi biliyoruz. 'Kim olursan ol yine gel' diyen Mevlânâ'yı biliyoruz. Kimseyi ayırmadan herkesi kucaklayan, kendileri fakirlik içerisinde yaşarken başkalarını düşünen ve tercih eden Ehl-i Beyt'i biliyoruz. Ve tabii hepsinin menbaı ve kaynağı olan, kendisine taş ve diken atan insanlar için felaket emri istendiğinde; "Hayır onlar ne yaptığını bilmiyor, ben gazap peygamberi değil rahmet peygamberiyim." diyerek, insanlığa ne kadar düşkün olduğunu gösteren, âlemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa'yı biliyoruz. Bütün bunları bile bile, insanlığa kucak açıp bu evrensel hoşgörü ve zenginliğimizi göstereceğimiz yerde; kendi içimizde düşmanlıklar üreterek ve hayalî düşmanlar oluşturarak bir kısırdöngü içerisine saplanmamız ancak gerçek düşmanın işine yarar ve ekmeğine yağ sürer.
|
|
12-29-2009, 23:43 | #163 |
Binlerce cana mal olan terörün 12 Eylül sabahı bir anda nasıl bittiğini herkes sorardı. Belki de şimdi bu soruların cevabını bulma fırsatını yakalayabileceğiz. Sürekli adresi "dış parmaklar" olarak gösterilen ve failleri bir türlü bulunamayan olayların nasıl sahnelendiğini anlamaya başlayacağız. Kurumları çatıştıran, sokakları karıştıran, ihtiyaç duyulduğunda terörü azdıran ve belki de gerçekten askeri, müdahaleye mecbur bırakan gizli bir yapı vardı.
Asker "Darbe yapmaya mecbur kaldık" diyorsa, hükümetler "Şapkalarını alıp gitmek" zorunda kalıyorsa, dış ülkelerle yapılacak en kritik görüşmelerde Başbakan daha havadayken temaslarda yüzünü kızartıp, elini boşa çıkartacak haberler yayılıyorsa ve bütün bunlar TSK, güvenlik ve istihbarat kurumlarının varlığına rağmen her seferinde başarıyla tezgâhlanabildiyse bu işte bir sır yok mu? Varsa nerededir? Sokakta mı? Devletin içinde mi? Seferberliğin adı üstünde değil mi? Düşman istilasına karşı ülkemizi, devlet ve hükümetimizi korumak üzere teşkil edilmiş bir kurum. Eğer bu kurumda çalışanlar Başbakan Yardımcısı'nın, Meclis Başkanı'nın evini takip ediyorsa "Milletin seçtiklerini düşman gören kimdir?" diye sormak gerekmez mi? İnsanın gözüne en yakın olmasına rağmen asla göremeyeceği yer iki kaşının arasıymış. Ta ki karşıdan bir ayna tutuluncaya kadar... Ve devlet ilk defa aynasıyla kendisine bakma fırsatını buldu. Bakalım neler görecek. |
|
01-03-2010, 16:25 | #164 |
Genelkurmay farkında mı, pek anlaşılmıyor ama Türkiye çok derin ve kurumsal niteliği olan askerî nitelikli bir krizin içinden geçiyor. Ve bu kriz, yüksek komuta kademesi tarafından çok kötü yönetiliyor. Karşımızda, peş peşe patlak veren ve TSK'yı bir tedhiş organizasyonu durumuna düşüren skandallara kılıf hazırlamakla meşgul bir yüksek komuta heyeti görüntüsü duruyor. Kriz kötü yönetiliyor, yani Genelkurmay toplumdaki güvensizliği derinleştiriyor. Genelkurmay'ın krizi böyle yönetmesinin üç farklı açıklaması olabilir. Birincisi TSK masumdur, skandallar komplodur. Öyleyse TSK'nın tek çıkış yolu her şeyi denetime açmaktır. İkincisi TSK içinde bir darbe takvimi işliyor. Skandalların hepsi zaten bu darbe hazırlıklarında patlak veriyor. "G" gününe kadar mızrak çuvala gizleniyor. Ne diyelim? Türkiye'nin sahip olduğu her şeyi iktidar hevesi için heba edecek generaller gerçekten var mıdır? Ben pek sanmıyorum. Üçüncüsü, Ordu kendi içinde zaten bu çetelerle boğuşuyor ve tasfiye ediyor. Bu arada bu işi mümkün olduğu kadar ayağa düşürmeden, yani Ordu'nun itibarını sarsmadan yürütmeye çalışıyor. Yine bu iyiniyetli çabayla kamuoyuna yansıyan skandalların üzerini örtüyor. Eğer öyleyse söylenecek tek söz var: Genelkurmay bu iyiniyetli çabaları beceremiyor.
|
|
01-04-2010, 20:00 | #165 |
Oysa ne kadar güçsüz ve acizdir insan.. Aldığı havadan, içtiği bir damla suya kadar nasıl da muhtaç… Hayal yetisinden hafızaya, konuşmadan işitmeye kadar bunca kabiliyete nasıl da ihtiyacı var.. İhtiyacı var, ama farkında değil, çünkü eksikliğini hissetmemiş henüz..
(Rabia Nazik Kaya) |
|
01-04-2010, 20:30 | #166 |
[...] Yine de helal olana arzu duyan nefistir, hakikate saldırana öfkelenen nefistir, muhakeme edip hikmet damlatan nefistir. İnsanın nefsi bir alev gibi ona yaşam enerjisi verir. Nasıl ki afakta yıldızlar nurunu cennetten, narını cehennemden alıyorsa, enfüste insan da ışığı ruhundan, ısıyı ve harareti nefsinden alır. Yaşamak için ısı da ışık da elzemdir. Ancak alev nasıl sobanın yahut şöminenin içinde iyi, ancak döşemenin üstünde kötüdür, nefis de yerli yerince kullanıldığında iyi, yerinden edildiğinde kötü olsa gerek.
(Mona İslam) |
|
01-04-2010, 20:34 | #167 |
Bugün ümmet olarak yaşadığımız parçalanma çok vahimdir
--- Bu bir soru olsaydı cevaplardım. Bu bir sorun, sorunlar ise cevaplanarak çözümlenemiyor maalesef. Hakikaten bu gün ümmet olarak yaşadığımız parçalanma ve bölünme tarihte belki de hiç olmadığı kadar vahim sonuçlar üretiyor. Bugün Müslümanların en büyük problemi nedir diye sorsanız, “tefrikadır” derim. Bugün Müslümanlara yapılacak en büyük ikram nedir diye sorsanız, “vahdettir” derim. Ümmeti tefrikadan kurtaracak ve onları vahdete iletecek her türlü çaba ve gayretin gözleri, elleri ve ayakları öpülmelidir derim. Eğer vahdet yoksa temsil problemi kendiliğinden doğar. Çünkü mahşerin dört atlısı gibi herkes hakikatin elindeki parçası ile övünmeye başlar. Kur’an’ın ifadesi ile ‘Kullu hizbin bi-ma ledeyhim ferihun’ (her hizip kendi elindeki ile övünmeye başlar). Ve hakikatin bütününü temsil ettiğini düşünür. Çünkü hakikate ait olmak yerine hakikate sahip olmaya kalkar. Hakikat mülkiyet değildir --- Hakikat mülkiyet değildir. Hakikat kimsenin mülkiyetine geçmez ki. Hakikate sahip olmaya çalıştığınız da sahip olduğunuz yerden hakikati böler, parçalar ve kırarsınız. Ama hakikate ait olmaya çalıştığınızda bir bütüne ait olduğunuzun şuuruna varırsınız. Bir bütüne ait olduğunuzun şuuruna vardığınızda işte o zaman vahdet şuuru gerçekleşir, ümmet şuuru gerçekleşir ve fedakârlık yapabilirsiniz. O zaman sizin gibi düşünmeyenlere tahammül göstermekten öte zenginlik olarak bakabilirsiniz. O zaman kardeşlerinizin farklılıklarını, bizim bahçenin farklı çiçekleri ve kokuları diye görürsünüz. Ama öbür türlüsü kapalı havza toplumları üretir. İçine kapanır, kendisini kutsar başkasını yok sayar. En kötüsü de budur ve aslında bu bir iç cinayettir. İçinde cinayet işlemeyen adam eliyle cinayet işleyemez. Yüreğiyle önce cinayeti işler sonra onu eline bulaştırır. Dolayısıyla yüreğindeki harita parçalanmadan dışarıdaki harita parçalanmaz. Tersi de geçerlidir. İçimizdeki haritayı bütünleştirmeden dışımızdaki haritayı bütünleştiremeyiz. Mustafa İslamoğlu |
|
01-04-2010, 21:42 | #168 |
Ergenekon, eli silah tutan, gözü dönmüş, serseri bir gençlik grubunun oluşturduğu bir mahalle çeteleşmesi değil. Kökleri Tanzimata kadar giden bir zihniyet. Dün Menderes’i asanlarla, Ecevit’i ve Özal’ı kurşunlatanlar bugün Erdoğan’ı ve Arınç’ı ortadan kaldırmak isteyenlerle Kafes planları yapanlar aynı zihniyetin ürünü insanlar. Bu ülkede Sünni’nin sırtını sıvazlayarak Alevileri ezenler, sağcıya gaz vererek solcuları ortadan kaldıranlar, bugün solcuların ve milliyetçilerin sırtını sıvazlayarak özgürlükçüleri ezmeye niyetlenenler aynı zihniyetin ürünü insanlar. Laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor, vatan bölünüyor gibi tepkileri paranoyak oldukları için değil alanlarını genişletmek için dillendiriyorlar. Neticede ulus devlet tutmadı. Ülkeyi dikensiz gül bahçesine çevirmek istiyorlardı olmadı. Bu kadar mazlumun iniltisinden bir ülke doğar mı? Bu kadar kanın aktığı, ahın olduğu bir toprak parçasında huzur olur mu? Ancak herkesin hak ve hukukunun tesis edildiği bir ülkede yaşanır, yaşanacaksa eğer. Birini alıp diğerlerini harcamakla olmadı işte.
|
|
01-05-2010, 13:57 | #169 |
Asimetrik savaş, psikolojik savaş gibi askerî deyimleri öğrenmekle kalmadık; hepimiz stratejist olduk. Fakat yedi bin civarında terörist hâlâ Kuzey Irak dağlarında dolaşıyor. Şehir terörü her zaman olabilir; ama polis güçlüyse, o da en az seviyeye inebilir.
Kır teröristlerinin durumu ise farklıdır; dolaştıkları, yaşadıkları yerler bellidir. Muhatabı güçlü ise silip süpürülür. Demek ki yetmiş beş milyonluk milletimizin askerlik bilgisinin değeri on para etmiyor. Bir kanaldaki tartışmada bir gazeteci, ordumuzu savunmak ihtiyacı duydu: "Bu ordu Bulgar ordusu değil; Türk ordusudur. Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın kozmik odası silahlı kuvvetlerin kalbidir. Oraya ancak altı kişi girebilir. AK Parti hükümeti orayı yol geçen hanına çevirdi." Azıcık sağduyusu olan vatandaşımız ordumuza toz kondurmaz; çünkü varlığımızın devamı, bayrağımızın dalgalanması ordumuzla mümkün. Fakat iş yalakalığa dönüştü mü insanın midesi bulanıyor. Ordumuz Mete Han'dan beri sürüp geliyor; hiçbir milletin ordusu onun kadar erişilmez zaferlere imza atmadı. Özel Kuvvetler Komutanlığı ise Bülent Ecevit'in açıkladığına göre, yakın dönemde Amerikalılar tarafından kurulmuş, finansmanını da onlar üstlenmişler. İki bin iki yüz yıldan beri sürüp gelen ordumuzun Amerikalıların kurduğu Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın kozmik odası nasıl kalbi oluyor? Kozmik oda nedir, ne iş yapar bilmem; ama ordumuzun kalbinin yeni takılmadığını biliyorum. Hiçbir hükümet ordusuyla karşı karşıya gelmek istemez. Zaten ordu Yeniçeri Ocağı'nın son devrine dönmemişse, hükümetin emrindedir. Hükümetin en başta gelen görevi de bütçesine göre ordusunun ihtiyacını gidermek, onu gözbebeği gibi korumaktır. Hükümet ordunun kalbi olan (!) kozmik odayı yol geçen hanına çevirmedi. Durup dururken hükümet oraya girmedi veya bir adamını göndermedi. Ortada bir suikast iddiası var; cevap olarak da bir albayla bir binbaşının bilgi sızdıran bir subayı takip ettiği söylenmiş. Savunma savcılık makamını tatmin etmemiş olabilir. Her yerde suç delili aramaya hakkı vardır. Elbette devletin sırrı varsa, o da riayet edecektir. Aksi takdirde sigaya çekilir |
|
01-05-2010, 14:05 | #170 |
Bismillahirrahmanirrahim
35. Allah göklerin ve yerin nurudur. O'nun nuru içinde bir kandil bulunan bir oyma hücre misalidir. Kandil, bir sırça içindedir. Bu sırça sanki inciden bir yıldızdır; ne doğuya, ne de batıya nisbet edilen mübarek bir zeytin ağacından tutuşturulur. Onun yağı hemen hemen ateş dokunmasa bile ışık verir; nur üstüne nur! Allah, dilediğini kendi nuruna yönettir ve insanlara birçok misaller verir. Allah, herşeyi bilendir. 36. O evlerdeki, Allah onların yüceltilmesine ve kendi adının içlerinde anılmasına izin vermiştir. Onlarda sabah ve akşam üstleri O'nu tesbih ederler. 37. Nice erler ki, ne ticaret, ne de alışveriş kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz; onlar, kalplerin ve gözlerin kıvranacağı günden korkarlar. 38. Çünkü Allah, kendilerini yaptıkları işlerin en güzeli ile mükafatlandıracak, onlara lütfundan daha fazlasını da bahşedecektir. Allah, dilediğine hesapsız rızık verir. NUR SURESİ.... |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|