02-05-2010, 14:37 | #211 |
Tezatlarla yoğrulu yaşamımızdan, doğruyu beklemek tezat değil midir? Kendimize olan uzaklığımız varken, beklediğimiz şeylerin geç kalmışlığına olan isyan tezat değil midir? Tanımadan kendimizi, başkasını didikleyip, reva gördüklerimiz tezat değil midir? Bölük pörçük duygularımızı toparlayamadan, isyan etmek ayrılığa tezat değil midir? ‘ ’Zirvelerine göz koyduğumuz dağlar bizi beklerken, koşarken takıldığımız çitler’’ hülyâlarımıza tezat değil midir? Değilmi ki, farkın da olmayışımız kendimize, sevgimize. Aşkımızı sınamak için yapraklarını yolduğumuz papatya, tezat değil midir sevdamıza?... |
|
02-05-2010, 14:54 | #212 |
Tasavvufun bir gayesi de ilâhî azamet, saltanat ve tanzim karşısında kulun kendi cücelik ve hiçliğini ve Rabb’in yüce kudretini müşâhede etmesidir. Nitekim Allah Teâlâ, bu hakikati zaman zaman kullarına çeşitli imtihanlarla hatırlatmaktadır.
OSMAN NURİ TOPBAŞ |
|
02-06-2010, 12:46 | #213 |
İnsan kelimesi «üns, ünsiyet» kökü ile de irtibatlıdır. Yani ünsiyet kurmak, çevresiyle ülfetten tesirler almak, insanoğlunun özünde vardır. O hâlde kimlerle ünsiyet kuracağımıza dikkat etmek, mâruz kalacağımız müsbet-menfî tesirlerin idrâki içinde bulunmak zarûrîdir.
OSMAN NURİ TOPBAŞ |
|
02-06-2010, 20:01 | #214 |
TSK'nın gündemden düşmesi ve yıpranmasının önüne geçilebilmesi için Milli Siyaset Belgesi'nin yeniden ele alınması ve katı ideolojik saplantılardan ayıklanması gerekiyor. Asker içindeki çeteleşmelerin kökünün kazınmasından, cuntacılara asla göz açtırılmaması gerektiğinden hiç bahsetmiyorum bile. Tahmin ediyorum kurmay kadro içinde de bu konuyla ilgili bir mutabakat oluşmuştur artık. Yanlış yapanı cezalandırmak, çeteleri ayıklamak orduyu yıpratmaz. Bilakis kamuoyu nezdinde itibarını arttırır. Bütün bunların ötesinde TSK'nın kendi yanlışlarını kabul etmesi ve bunun üzerine kafa yormaya başlaması çok önemli bir gelişme. Umarım bu gelişme 'toplumun değer yargılarıyla barışma' sonucunu doğurur. Kendi ellerimizle oluşturduğumuz duvarların ülkeyi ne kadar yorduğunun artık farkına varılır.
ZAMAN |
|
02-06-2010, 20:06 | #215 |
AK partinin güçlüklerinin çok daha çetin olanları, kuşku yok ki muhaliflerinden kaynaklanmakta. AK parti iktidarı 2002-2005 arasında statükoyu değiştirmek için AB'ye katılım sürecinden yararlandı. AB'de yükselen Türkiye muhalefetiyle darboğaza giren katılım sürecinden cesaretlenen statüko yandaşlarının askeri ve yargısal darbe tehditleri altında, 2007'de ortaya attığı yeni demokratik anayasa fikrini rafa kaldırmak zorunda kaldı. 2009'da başlayarak, bir seçim daha kazanmasının, politikalarını hayata geçirmenin başka yolu olmadığını görerek, demokratik açılımı, buna bağlı olarak kısmi ve sonra toptan yeni anayasa fikrini gündeme sokma arayışında. AK parti hükümetinin yanlışları eleştirilmeli. Hükümet de bunlardan yararlanmalı. Ama özgürlük ve demokrasiden yana tavır alanlar eleştirilerinde gerçekçi, adil, insaflı ve teşvik edici olmalı. Zira eğer statüko değişecekse, günümüz koşullarında bunun yolunu açabilecek yegane siyasi gücün AK parti olduğu muhakkak.
ZAMAN |
|
02-06-2010, 20:10 | #216 |
Biraz sevilmişlik
Biraz sevmişlik Bi tutam umut Bi avuc gözyaşı Kah keder kah mutluluk Ve nihai son ayrılık.. |
|
02-20-2010, 16:49 | #217 |
Bilinen bir gerçeği tekrarlayalım: Ergenekon çetesi ile AKP arasında "doğrudan" bir ilişki bulunmuyor.
AKP Kasım 2002 seçimleriyle iktidara geldi. Ergenekon şebekesi ise o tarihten önce MİT tarafından saptanarak dönemin Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı'na bildirildi. Şebekenin kuruluşu "en azından" 1999 yılına uzanıyordu. Ergenekon askeriye merkezli bir örgütlenmeydi. Ancak kolları dört bir yana uzanıyordu: Sivil bürokraside, poliste, yargıda, üniversitelerde, iş dünyasında, medyada adamları vardı. Ergenekoncuların hazırladığı metinlere baktığınızda asıl amaçlarının "Baasçı-Kemalist" bir iktidar kurmak amacıyla darbe yapmak (ya da önce yapılmasını sağlamak, ardında da bir "iç darbeyle" iktidar olmak) olduğu gözüküyordu. Aslında 2002'de, AKP değil de faraza CHP ya da MHP iktidar olsaydı, Ergenekoncuların işi çok zordu: O partilere karşı darbe örgütlenmesi yapılamazdı. Kim, kimi, nasıl ikna edecekti? *** Ama AKP gibi geçmişi Milli Görüş'e dayanan siyasetçilerin kurduğu bir partiye karşı Ergenekoncuların örgütlenmesi ve kendilerini meşrulaştırmaları kolaydı: AKP'nin gizli ajandası vardı. Fırsatını bulur bulmaz din devleti kuracaktı. Şeriata karşı direnmek gerekiyordu. Bunlar elbette hayali iddialardı. Ama o uydurmaları, Amerikalıların deyişiyle, "satın almaya hazır" bir kitle vardı. Eğitimleri ülke ortalamasının üstünde olduğu için bunlar kendilerini "bilinçli vatandaş" sanıyordu. Gazeteci Çetin Emeç'in eşi Bilge Emeç'in, suikastın üstünden 20 koca yıl geçtikten sonra yapabildiği itiraflarının da gösterdiği gibi, suçu dindarların üstüne atmaya hazırdılar. 2003'teki darbe teşebbüsünü GK Başkanı Hilmi Özkök sayesinde atlatan AKP Hükümeti, zamanla bürokrasiyi tanımaya başladı ve Ergenekoncuların üstüne gitti... Normal şartlarda diğer partilerin de onlara omuz vermesi gerekiyordu çünkü nihayetinde kasıt demokrasiye karşıydı. Ancak Türkiye'deki siyasi kültür farklıydı: CHP lideri Deniz Baykal, kendisini "Ergenekon'un Avukatı" ilan edebildi. "Ergenekon dostu" medya aracılığıyla, yazının girişinde sözünü ettiğimiz gerçek, tersine çevrilmeye çalışıldı: Ergenekon, sanki AKP'nin muhalifleri susturmak için yarattığı hayali bir çeteymiş gibi sunuldu. Emre Aköz |
|
02-20-2010, 16:57 | #218 |
Türkiye'nin eleştirileri
Birçok davada iç hukuk yolları tüketilmeden karar vermesi, AİHM'yi son değil birinci mahkeme konumuna indirgiyor. Zaman aşımında verdiği çelişkili kararlarla, ülkeler arasında ayrımcılık yapıyor. Başvuru için harç ya da masraf istenmemesi, özendirici etki yapıyor. AİHM'nin yüksek tazminatlara hükmetmesi, davacılar için kişisel zenginleşme fırsatı, avukatlar için de ekmek kapısı olarak görülmesine yol açıyor. Birçok ülkenin paylaştığı ve destek verdiği Türkiye'nin eleştirilerine AİHM çevreleri farklı pencereden yanıt veriyor: "Mahkemenin daha önce hükmettiği kararlarla benzerlik taşıyan başvurular alması, kararın söz konusu devlet tarafından gerektiği gibi uygulanmadığını gösteriyor. Devletlerin AİHM kararlarını daha iyi uygulamaları gerekiyor. Bu da benzer davaların iç hukukta çözümlenmesini gerektiriyor. Böylelikle de davacının Strasbourg Mahkemesi'ne gelmesine gerek kalmaz." (AİHM Genel Sekreteri Erik Fribergh) Kısacası AİHM, iç hukukun Strasbourg Mahkemesi içtihatlarına uyumlu hale getirilmesini öneriyor. Yani? Üstü kapalı olarak yargı reformu tavsiye ediyor. Strasbourg'da reform isteyen Türkiye, kendi yargı sisteminde reform yapamayacak mı? Son olayların etkisiyle yeniden ve daha yüksek sesle önerilen yargı reformu için AİHM bir kaldıraç ya da fırsat olamaz mı? Bizce bal gibi olur. Erdal Şafak |
|
02-21-2010, 10:39 | #219 |
Eski nesil ne derse desin. Cemre düşmüş, karlar erimeye başlamışsa, en muhkem baraj duvarları bile dayanamaz artık. "Men" edemez çağlaya çağlaya akışlarını. Bu işin ilmini bilenler, barajın yıkılmaması için hemen kapakları açarlar. "Yükselmek ve ileri gitmek" üzere her sabah telkin alan cumhuriyet çocukları artık demokrasiyi şart görüyor. Sezer zamanında "eski nesilden güvenilir" hukukçuları tuğla gibi dizerek örülen ideolojik setin üstünden aşıyorlar. Bağırarak, çağırarak, ağızlarından tükürük saçarak değil, hukukun gereğini yaparak...
Hamdullah Öztürk |
|
02-22-2010, 11:58 | #220 |
Meselenin aslı şudur: Devlet denen mekanizmanın arkasına sığınan birileri toplumu diledikleri gibi yönetmek için kanun dışına çıkarak sosyal hayatın her alanına müdahale ediyor. Öteden beri bu çark böyle çalışıyordu zaten; ancak vatandaş farkında değildi. Önce "iç tehditler" oluşturuluyor, sonra bu tezlerin inandırıcı hale getirilmesi için provokasyonlar yapılıyor ve siyasete kurtarıcı havasıyla müdahale ediliyordu. Kâh Aleviler hedef tahtasına konuyordu kâh Sünniler. Bazen "devrimci gençler" ağır bedel ödüyordu bazen "milliyetçi-muhafazakâr" kitleler. Sonuçta kaotik bir ortam oluşturuluyor ve kendilerine görevleri gereği silah verilenler olaya el koyuyordu. Bu süreçte binlerce faili meçhul cinayet işleniyor, bombalar patlıyor, suikastlar yapılıyor, halk birbirine düşürülüyordu. Güya devlet "iç düşmanı"na karşı "ülkeyi koruma ve kollama" bahanesiyle vatandaşın bir bölümünü ibret olsun dercesine cezalandırıyordu. Bu tür bir sistemin adı tabii ki demokrasi olamazdı. Askerî ve bürokratik bir oligarşi vardı ve bunun devamı için yeni düşmanların üretilmesi kaçınılmazdı. Erzincan'da yaşanan da budur. Kafes Eylem Planı'nın maksadı da budur. "AKP'yi ve Gülen'i bitirme planı"nın asıl hedefi de budur...
|
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 5 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 5 Misafir) | |
|
|