![]() |
#201 |
![]() Onlarca yıldır bu ülkede kendini baskı altında hissedenlerin sayısı az değil. Bu hisler ile paradigmanın dışına çıkan siyasi oluşumlara oy verip demokrasi ile bu ülkenin iyileşebileceğini hissedenlerin sayısı da epey fazla.
Giyim kuşamlarından dolayı sosyal hayattan dışlananların hissiyatı var örneğin. Kapalı kapılar ardında 'almayacak mısınız?' şeklinde kendisi ile ilgili kararlar alınan lise müdürünün ne hissettiğini ben merak ediyorum mesela! Önden ya da arkadan, sağdan yahut soldan, ne taraftan bakarsanız bakın hislerin oluşturduğu kümelerle dolu bir memlekette yaşıyoruz çok şükür. Çok duygusal bir ülkeyiz çok!. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#202 |
![]() Engin Ardıç
![]() Gerçekten de, "bağlıyız, izindeyiz" gibi basmakalıp laflardan başka neler olabilmiştir o yazılanlar? Bir de "şikâyet" tabii, genellikle iktidar muhalefeti, muhalefet de iktidarı "Ata'sına şikayet" eder. Atatürk de onları cezalandırır herhalde. Böyle böyle kaç yüz, kaç bin defter birikmiştir elli yedi yıldır Anıtkabir depolarında? Bunları kim okumakta, kim incelemektedir? Gelin şu anlamsız defteri kaldırın. Böylece "aykırı" şeyler yazılmasını da önlemiş olursunuz. Ya da yalnızca "devlet büyükleri" geldiği zaman falan çıkarın. Ben Napoleon'un mezarına dört, belki beş kere gittim, ortalıkta defter mefter görmedim. Washington şehrini bilenler söylesinler, Lincoln anıtında defter var mı? Bolşevikler, Lenin mozolesine defter mi koymuşlardı? General Franco'nun mezarında defter imzalayan oldu mu? Ya da tam tersine, iyice suyunu çıkarın, Anıtkabir'i her ziyaret edene bir de "plaket" verin. Nasıl fikir? Bekliyorum bakalım, şimdi gene kaç ahmak, böyle dedim diye beni "Atatürk düşmanlığıyla" suçlayacak? Son bir soru: Sayın Kılıçdaroğlu, beni çarmıha mı gerdireceksiniz, kazığa mı oturtacaksınız, yoksa oramdan tutup tavana mı asacaksınız iktidara gelince? Bileyim de, ona göre hazırlanayım! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#203 |
![]() Necip Fazıl, mahkemede sinirlenmiş. Hâkime:
- Burada bulunanların yüzde ellisi eşektir, demiş. Hâkim, sözünü geri almasını istemiş. Şair buna yanaşmamış. Ancak hâkim diretmiş. İşin kötüye varacağını anlayan Necip Fazıl: - Peki hâkim bey, demiş, sözümü geri alıyorum. Burada bulunanların yüzde ellisi eşek değildir. |
|
![]() |
![]() |
#204 |
![]() Gelinen aşamada olayın gidişatını gören kişi yine Başbakan oldu. Zira bilançoda şunları farketti:
1- İşçiler giderek organize olmakta ve rakip siyasilerin kozuna dönüşmekteydi. 2- Tekel işçilerinin şahsında yüzbinlerce işsiz kendini ifade etmeye başlamıştı. 3- Açlık grevinden ölüm vakası çıkması halinde bunun bedeli ağır olabilirdi. 4- İktidara karşı cephelenen illegal unsurlar işçilerin masumiyetinin ardına saklanarak tehlikeli oyunlar sahneleyebilirdi. Öte yandan sosyal boyutuna rağmen Tekel işçileri ile ilgili şu gerçekleri de dile getirmemiz gerekli: 1- Milyonlarca işsiz varken Tekel işçilerine kamu güvenceli iş verilmesi bir imtiyaz değil mi? 2- Özel sektör işsizleri tazminatlarını bile doğru düzgün alamazken kamudaki işçilerin mali hakları verildikten sonra devlette önerilen işi beğenmemeleri ne kadar savunulabilir? 3- Özelleştirme işsizlerine, kıdem hakkı doğurmayacak şekilde 10-11 ay, düşük ücretle iş teklif edilip, bunun dayatmaya dönüşmesi ne kadar adil? Özetle, Tekel başta olmak üzere özelleştirilen şirketlerde istihdam edilen işçilerin akıbeti, herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir konu. Satılan kamu varlığının ederi kadar, o kuruluşta çalışanların değeri de bu hesapta yer alması gereken hayati unsur. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#205 |
![]() Demek ki sahada birbiriyle mücadele eden iki takım yok, paslaştıklarına göre aynı saftalar ve ortak bir hedefe doğru gidiyorlar. Bir kâbustan uyanıyoruz. Yeraltından çıkan silah ve bombalar; yakalanan muvazzaf subaylar, cinayet hatta katliam planları, soruşturmalar, devam eden kovuşturmalar bütün bunların hepsi ister istemez topluma korku salmıştı. "Paslaşıyoruz" ifadesinin, öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki ağır yükü kaldırdığını, şüpheleri dağıttığını görmeliyiz. Başbakan'ın uyumlu bir şekilde, hatta "olumlu biçimde" paslaşacak ölçüde teşrik-i mesai yaptığı ordu emin ellerde olmalı. TSK bünyesinden temizlenen çetelerin hedefi doğrudan hükümet olduğuna göre, Başbakan'ın bu kurumu tezkiyesi ordu için güçlü bir referans niteliğinde. Evet ordumuz içinde çeteler var, ama ordumuzu yönetenler, başta Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları hükümetle uyum içinde, yani hukuku ve ülkenin güvenliğini gözeterek bu belayı def etmekle meşguller. Bu paslaşmanın içinde, TSK'yı sıkıntıya sokan çeteleşmenin yeşerdiği bataklığı kurutma azmi ve kararlılığı da var. Başbakan beklediklerimizi tek tek saydığına göre, bu "olumlu şekilde paslaşma"nın, sorun alanlarında yürüyen bir işbirliği olduğu anlaşılıyor. EMASYA kaldırılıyor. İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi iptal ediliyor. Millî Güvenlik Siyaset Belgesi gözden geçiriliyor. Bu üçü, askeri siyaset bataklığına çeken "iç tehdit" üretme tezgâhının sacayağı idi. Hani şu bir türlü ortaya çıkmayınca, darbe zemini hazırlamak için darbecilerin kanlı eylemler planlayarak zorla yaratmaya giriştikleri iç düşmanlar.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#206 |
![]() Bugün Türkiye'deki en büyük tehlike, en büyük tehdit cuntacılıktır. Bölücülük dahil birçok iç tehdidi besleyen, büyüten, yaşamasına zemin hazırlayan şey budur. Cuntacılık sadece askerî bir konu değildir şüphesiz. Cunta derken TSK'yı kastetmiyorum. Türkiye'nin problemi; ordudan çok ordunun itibarını kullanan, onun içinde var olmaya çalışan bir gruptur. İlhan Selçuk, Hikmet Çetinkaya'ya geçenlerde ne demişti, bir hatırlayalım: "Yahu Hikmet, şu irtica işini biraz abarttık mı ne? Ben Türkiye'de bir din devleti kurulacağına inanmıyorum artık. Bunu yılbaşı gecesi televizyon izlerken bir kez daha anladım." Selçuk'un bile inanmadığı irtica tehdidine artık kimse inanmıyor. Yani toplumun devleti yönetmesine müdahale etmek için irtica inandırıcı bir gerekçe değil. Yeni gerekçeler, yeni versiyonlar geliştirip, teröre olabildiğince su verip Türkiye'yi yönetilmez bir ülke haline getirmek ve toplumun devlet yönetiminde söz sahibi olma girişimini bir kere daha püskürtmek için sürekli cuntalar oluşturuluyor. Nihayetinde bütün bu olanlar, Ortadoğu'nun uyumsuzluk yasasının varlığının devam etmesine yol açıyor. Bugüne kadar yaşadıklarımızdan anlıyoruz ki Türkiye için birinci tehdit cuntacılıktır. Ülke, cuntalardan ve bu anlayıştan kurtulduğu zaman içeride ve dışarıda birçok sıkıntı da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#207 |
![]() Ağca'yı sevmiyorum; bu adam bana, vaktiyle serseri mayın gibi yalpalaya yalpalaya gezen o kayıp kuşağın zavallı çocuklarını hatırlatıyor; bu duyguya en son merhum Hrant Dink'in katli davasının iddianamesini okurken kapıldım; daha doğrusu dehşete kapıldım demeliyim. Neredeyse bando-mızıka refakatinde nâmertçe işlenen, azmettirilen bir cinayet Dink'in katli. Hrant hariç belki herkesin haberdar olduğu bir cinayet kumpasını fark edince irkiliyorsunuz. Çok basit birkaç tedbirle önlenebilecek cinayet sadece seyredilmiş! İnsanın kanı donuyor okurken...
İddianamenin satır aralarında insanın içine kıymık gibi batan delikanlı hikâyeleri var. Saf deseniz değiller, nasıl olup da çocukça bir naifliğin sürüklediği suç makineleri haline gelebilmişler? Kısacık ömürlerinde doğru dürüst bir işe yaramamış, ekmek parası kazanamamış ellerine kimler, hangi büyük lâflar savurarak kan bulaştırmış? Nasıl bir ülkedir burası? Meseleyi ano nimleştirerek sorumluları savunmak veya perdelemek gibi bir niyetim yok. Sokaklarımızda hâlâ sayısı bilinmez Ağca'lar dolaşıyor; oradalar işte, görüyorum. Kulaklarına büyük lâflar üflenip, ellerine Lâz yapısı çakaralmazlar tutuşturulunca tek başına memleketi kurtaracağına inandırılan pek çok acınacak çocuk. Biz onları ancak "kaatil" sıfatına büründükten sonra nefretle işaretleyerek kinimizi kusuyoruz. Bâ'de harab'ül Basra |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#208 |
![]() Tasavvufun temel gayesi; irfan zemzemi, takvâ kevseri ve aşk u muhabbet âb-ı hayâtı ile gönül goncalarını yeşertebilmek ve bir gaflet çölü olan şu dünyada hüsrâna düşmeden kulları Allâh’a vâsıl eylemektir.
OSMAN NURİ TOPBAŞ |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#209 |
![]() Öyleyse... Öyle "adım başında bakkal" kalmayacak zaman içinde...
Hepsi de yokolmayacak canım, korkmayın. Sayıları azalacak. En kötüleri, en garibanları gidecek, "dişlileri" yaşamayı sürdürecekler. Her sektörde böyle olmuyor mu? O zaman bu yaygaranın, sırf hükümete vurmak için "kahraman bakkal" edebiyatı yapmanın, "bakkal toplumsal barışın teminatıdır" gibilerden saçmalamanın anlamı nedir? Mahalle bakkalı toplum barışını sağlıyor da süpermarket bizi içi savaşa mı sürüklüyor? Alternatifi ne midir? Bolşevik bakkal ve manav düzeni... Gittim kendi gözümle gördüm bir zamanlar Moskova'da, kapıda "29 Numaralı Sebze ve Meyve Dükkânı" yazıyor, içeride beyaz önlüklü, beyaz başörtülü iki kadıncağız, ikisi de devlet memuru, raflar boş, bomboş, "mecazi" anlamda değil gerçek anlamda bomboş, hiçbir şey yok içeride... Vitrinde elma, armut, portakal resmi var. Evet, meyvenin resmi var. Alternatif ne yazık ki bu olabilmişti Engin Ardıç |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#210 |
![]() Tasavvuf, fıtratta mevcut olan ulvî temâyülleri, sohbet, zikir, riyâzat ve ihlâs ile geliştirerek «ham insan»dan «kâmil insan» hüviyetine ulaşabilmektir.
OSMAN NURİ TOPBAŞ |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir) | |
|
|