09-17-2009, 13:49 | #81 |
Hasan Celal GÜZEL-RADİKAL-FÜZELER
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ büyük bir devlettir. Siz paçamıza dolananlara aldırmayınız; bunlar bizim için sivrisinek vızıltısından ibarettir. Türkiye, 250 milyonluk Türk Dünyası’nın ve 1,5 milyarlık İslâm Dünyası’nın tartışılmaz lideridir. Türk Milleti, 6 bin yıllık tarihinde kurduğu 200 civarındaki devletle geçmişte birçok defa ‘cihân hâkimi’ olmuştur. Son yıllarda artık büyüklüğünün farkına varmaya başlayan Türkiye, bir ‘Merkez Ülke’ ve ‘Küresel Güç’ olduğunu bilerek hareket edebilmektedir. Türkiye’yi idare edenlerin bu başarılarının ardında dünyanın en güçlü ve disiplinli ordularından biri yatmaktadır. Gündemdeki ABD’den füze alınması tartışmasında, gene Millî Eğitim Bütçesi mukayeseleri başladı. Ben de Millî Eğitim Bakanlığı yaptım ve bakanlığım döneminde hem Millî Eğitim Bütçesi’nin arttırılmasını, hem de ayrı bir ‘Eğitim Fonu’ kurulmasını sağladım. Lâkin, hiçbir zaman Millî Savunma Bütçesi’nin azaltılması görüşünde olmadım. Aslında Türkiye gibi bir ülkenin ‘nükleer silâh’ sahibi olması da elzemdir. Burnumuzun dibindeki İsrail’de, Pakistan’da bile nükleer silâh varken ve İran’da konu tartışılırken Türkiye’nin merkezî ve küresel bir güç olarak nükleer silâhının bulunmayışı ciddî bir eksikliktir. Başbakanlık Müsteşarlığım sırasında rahmetli Özal ile bu meseleyi çok tartışmış ve Atom Enerjisi Komisyonu’nu güçlendirmek istemiştik. Ne yazık ki, uygun idarecilere ve uzman personele ulaşamayışımız, bizi bu hedeften alıkoydu. |
|
09-17-2009, 22:27 | #82 |
Abdullah Abdülkadiroğlu 15 Haziran 2009 tarihli "şimdi samimiyet zamanı" başlıklı yazısından güzel bir paragraf
" Ülkeye pusu kuranlar ne bulundukları kurumlarda ne de milletin vicdanında barınamamalı. Şimdi herkes samimi olmalı. Şimdi hükümeti, iktidarı, ordusu ve sivil toplumuyla herkes görevini yapmalı. Şimdi samimiyet zamanı, Şimdi elbirliği zamanı, Şimdi çürükleri ayıklama zamanı, Ve şimdi hain planlara karşı dik durma zamanı." |
|
09-18-2009, 11:04 | #83 |
18.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Bülent Korucu'nun ''Demokrasinin boynundaki ilmek; 17 Eylül'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
İdamlık ve bayramlık gömlek ifadelerini merhum Özal da kullanırdı. Ne yazık ki o da, şimdi aynı sözleri tekrarlayan Tayyip Erdoğan da boşuna söylemiyor. Türkiye, darbe özlemcilerinden yakasını bir türlü kurtaramıyor. 21. yüzyılda televizyon ekranlarında darbenin meşru olduğunu savunan aydınlar(!) görüyoruz. Bir yüksek mahkemede başsavcı sıfatıyla görev yapan bir hukukçu(!) 27 Mayıs'ın halkta bayram havasıyla karşılandığını ileri sürebiliyor. Demokrasi taraftarları, bu kadar pervasız ve yüksek sesle görüşlerini savunamıyor. Bütün darbelerin anası konumundaki 27 Mayıs'la hesaplaşmadan ve onu hak ettiği şekilde mahkûm etmeden demokrasinin oturacağına inanmıyorum. Menderes'in akıbeti, darbeseverlerin Türk halkının ve siyasetçisinin şuuraltına diktikleri bir korkuluk. Onu söküp atmadan bu tarladan verim almak mümkün olmayacak. Bu ilmeği boynumuzdan çıkarmak zorundayız. 17 Eylül'e bu gözle bakmalıyız. |
|
09-18-2009, 11:08 | #84 |
18.09.2009 tarihli Zaman Gazetesinden Hüseyin Gülerce'nin ''Ergenekoncular neden kaybetti?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Evet, şimdi ne değişti de geri dönülmez yolda kararlılıkla yürüyoruz? Çünkü artık vesayetçilerin tehditlerinden yılmayan, tırsmayan bir sivil irade var. Milletin emanetine layık olma sözü veren, "hayat bir risktir" diyen bir Başbakan var. Şuurlanan bir toplum var. Gönül birliğini devreye sokan derin Türkiye var. Bu Türkiye çatışma istemiyor. İki saygı insanımıza yeter: Demokrasiye ve değerlerimize saygı istiyoruz. Bu ülkede demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, refahı ve özgürlükleri isteyenler, asla bir rövanş peşinde değiller. Sadece olması gerekenin olmasını istiyoruz. Gelin, bu toplumu zorla istediğiniz kalıba sokmaktan vazgeçiniz. Çünkü bu topraklar artık buna müsait değil. Çünkü dünya buna müsait değil... |
|
09-18-2009, 13:51 | #85 |
Mehmet ALTAN-C.G Kim Yakalattı-STAR
Neredeyse yedi aydır... Tüm Türkiye’yi meşgul eden, detaylarını hatırlamak ya da hatırlatmaktan ürktüğüm, dehşet verici bir vahşetin zanlısı, nihayetinde önceki gece yarısının hemen sonrasında polise teslim edildi. Ve o saatten sonra, dün de bu gelişme kamuoyunun tek konusu haline geldi. Dün sağda solda dolaşırken, sokaklara, gizli bir pazarlığın olduğu ve adaletin pek de yerini bulamayacağı kanaatinin hâkim olduğunu gördüm. Daha on sekizini doldurmamış bir çocuğu böylesine insanın kanını donduran akıl almaz bir cinayetin zanlısı haline getiren sürecin kendisi de bir cinayettir ama... Kamuoyu olayın vahameti nedeniyle böyle bir anlayışın uzağındaydı. |
|
09-18-2009, 13:55 | #86 |
Akif BEKİ-BU İKİLİYE DİKKAT-RADİKAL
Ortak Bakanlar Kurulu toplantısı, sınır kapılarından vizesiz geçiş, terörle mücadelede eşgüdüm... Suriye’yle stratejik ortaklığımızın yeni semereleri bunlar. Benzersiz bir ‘ikili’ olmaya doğru gidiyoruz. 10 yıl önce Suriye’yle ilişkilerimizin bu seviyeye geleceğini söyleseler, inanır mıydınız? Karşılıklı imtiyazlar, bütün beklentilerin fevkinde. Bu nasıl mümkün oldu? Tek başına, Tayyip Erdoğan’la Beşar Esad’ın geliştirdiği kişisel dostluğa mı dayanıyor?... Yoksa, ondan fazlası mı? |
|
09-19-2009, 11:39 | #87 |
19.09.2009 tarihli Sabah Gazetesinden Mehmet Barlas'ın ''Özal reformlarını yaparken herkes ona destek mi vermişti?'' başlıklı yazısından bir bölüm ;
Mesela ekonomimize "Konvertibilite" kavramını getiren "32 Sayılı Karar" açıklandığında, Vehbi Koç aramıştı beni... - Senin Özal'ın bu kararı ile ülkeyi iflasa götürecek. Halk dövize saldıracak, kriz patlayacak, demişti. Böyle durumları hatırlayınca, Tayyip Erdoğan'ın açılımlarında en büyük desteği sahip olması gereken "Siyasi kararlılık"ta ve "Risk alabilme yeteneği"nde bulacağını görmeliyiz. Nitekim kendisinin de bunu sık sık vurguladığını görüyoruz. Cumhurbaşkanı'nın da, TBMM Başkanı'nın da, TBMM çoğunluğunun da arkasında bulunması gibi bir durumu var ki, herhalde bu da hafife alınamayacak bir desteği ifade eder. Neticede "Yumurtayı kırmadan omlet yapılamayacağı" söylemi, statüko ile mücadele eden tüm dünya siyasetçilerine yol göstermiştir. Konu menes tarafından (09-19-2009 Saat 11:50 ) değiştirilmiştir.. |
|
09-19-2009, 11:50 | #88 |
19.09.2009 tarihli Star Gazetesinden Ahmet Kekeç'in ''Bir sen eksiktin'' başlıklı yazısındanbir paragraf ;
Statükoyu ve “cunta anayasasını” sahiplenmek dışında dişe dokunur bir icraatı olmamış CHP niçin sol bir partidir? AB gazıyla da olsa özgürlük alanını genişleten, reform niteliğinde yasa değişikliklerine imza atan, demokratik açılımlar yapan AK Parti niçin “gerici ve muhafazakâr” bir partidir? Bunu aklı başında birilerinin açıklaması lazım... |
|
09-19-2009, 14:09 | #89 |
D.Mehmet Doğan - Vakit
Bayram İnsanı Bütünler! Yarın bayram, Ramazan bayramı... Türkiye’nin en yaygın ve geniş katılımla kutlanan bayramı. Öyle ilânlar vermekle, afişler asmakla, propaganda yapmakla, kanun koymakla katılım sağlanan bir bayram değil... Kendiliğinden, tabiî bir bayram. Ezan gibi, selâm gibi. Su gibi, hava gibi. Tanklar, toplar geçmiyor, jetler uçmuyor, askerler raprap yürümüyor. Hançereleri yırtarcasına hamasî nutuklar atılmıyor. Bu bayramın kutlandığı bir alan, bir merkez, şaşalı bir sahne de yok. Katılım şarta bağlı değil. Katılımcıları farklılaştıran tribünler, teşrifat vesaire sözkonusu değil. Bütün yurt, hatta yeryüzü bayram yeri. Bayram herkesin evinde, yuvasında! Herkes bayramın muhatabı. Fakirler, düşkünler, güçsüzler, hele de çocuklar... |
|
09-19-2009, 14:10 | #90 |
Hasan Karakaya - Vakit
İftarda 40 gazeteci... Bu da, Dolmabahçe açılımı! Başbakan Tayyip Erdoğan, gazete ve televizyonların “üst düzey yöneticileri” ile, böyle “geniş katılımlı bir toplantı”yı, bundan 5 yıl önce “KKTC’deki referandum öncesi”nde yapmıştı... O zaman da, tarihe “Annan Plânı” olarak geçen plânın hayata geçirilmesi için, “medyadan destek” istemişti... “Devlet Konukevi” olarak kullanılan Ankara Palas’ta bir “sabah kahvaltısı” vermişti... Takvim yaprakları 25 Şubat 2004’ü gösteriyordu... Beş yıl sonra bugün, Erdoğan, “geniş katılımlı bir toplantı”yı bu defa Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde gerçekleştirdi... Bu defa “kahvaltı” değil, “iftar yemeği” verdi... Saat 19.20’de başlayan ve yaklaşık “2.5 saat” süren yemekte, “Türkiye’nin konuştuğu” hemen her mesele gündeme geldi, hemen her konuda “soru”lar yöneltildi... “40 civarında üst düzey yönetici”nin katıldığı yemekte, Başbakan Erdoğan, hemen herkesten “elini, taşın altına koymasını” istedi... Tabii, en başta “medya”dan!.. Özellikle “demokratik açılım” girişimlerinin sürdüğü şu günlerde, “medyanın da kendilerine destek olmasını” istedi. Yemekte, benim en çok dikkatimi çeken husus şu oldu: Başbakan Erdoğan, özellikle “Aydın Doğan medyasına ayrımcılık uyguladığı” iddialarını boşa çıkarırcasına; yemeğe “Aydın Doğan medyası yöneticileri”ni de davet etmişti!.. Yani, “ayrımcılık” yoktu!.. Hiç kimseye “iltimas” da yoktu. Hemen herkes oradaydı... Bunu da, “Dolmabahçe açılımı” olarak not etmek gerek. Erdoğan, bu tavrıyla; “Benim, gazetecilerle bir problemim yok” mesajı veriyordu. O halde, problem neydi?.. Problem, “Aydın Doğan’ın ticarî ve finansal işlemleri”ydi... Onun muhatabı da Maliye idi... “Ceza”yı, Maliye keserdi... Erdoğan, önceki akşam zımnen bu mesajı verdi. |
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Seçenekler | |
Stil | |
|
|