![]() |
#141 |
![]() 1. İbrâhim as.’ın Ateşin İçinden Çıkıp Nemrud ile Konuşması :
Nemrud; ateşin, İbrahim as.’ı, yakıp kül haline getirdiğini, sanıyor ve bundan, hiç şüphe etmiyordu.[1] Hayvanına binerek ateşin yanından geçti. İbrahim as.’ı yakmak için toplanmış, yığılmış odunlar, hâlâ yanıp duruyordu. Nemrud, bakınca, İbrahim as.’ın ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birinin bulunduğunu, gördü ve hemen geri döndü. Kavmine: “Ben, İbrahim’i, ateşin içinde diri bir halde gördum?!? Bu hususta, şüphe içindeyim. Siz, benim için, hemen, yüksek bir bina çatınız da, onun üzerinden, ateşin içine bakıp İbrahimin durumunu tesbit edeyim” dedi. Hemen, yüksek bir bina çattılar.[2] Nemrud; binanın üzerine çıkıp ateşin içine baktığı zaman, İbrahim as.’ın, ateşin içinde oturduğunu, yanında da, kendisine benzeyen birisinin bulunduğunu gördü ve: “Ey İbrahim! Gördüm ki: senin İlah’ın, pek büyükmüş ve kendisinin kudret ve izzeti de, aramıza gerilip seni zarardan koruyacak dereceye varmış!”[3] Ey İbrahim! Ne güzel Rab’dır senin Rabb’ın!” diyerek seslendi.[4] Sonra da: “Ey İbrahim! Ateşin içinden çıkmağa da, gücün yeter mi?” diye sordu. İbrahim as.: “Evet” dedi. Nemrud: “Ateş içinde kalmanın, sana zarar verebileceğinden korkmaz mısın?” diye sordu. İbrahim as.: “Hayır” dedi. Nemrud: “Öyle ise, kalk ve ateşin içinden çık!” dedi. İbrahim as.: kalkıp ateşin içinden, yürüyerek dışarı çıktı. Nemrud’un yanına doğru vardı. Nemrud: “Ey İbrahim! Senin yanında, senin gibi bir adamın oturduğunu gördüm. Kimdi o?” diye sordu. İbrahim as.: “O, gölgeler Meleği idi. Rabb’ım, onu, bana, yanımda bulunsun ve ateşin içinde, benimle görüşüp konuşsun; ateşi, bana serinlik ve selâmetlik yapsın diye gördermişti!” dedi. Nemrud: “Ey İbrahim! Ben, senin ilâhına kurban takdim edeceğim.Fakat, bunu, kendisine ibadet ve birliğini itiraf maksadıyla değil, izzet ve kudretini ve sana yaptığı şeyleri, gözlerimle gördüğüm için, yapacağım! Ona, dört bin sığır keseceğim” dedi. İbrahim as.: “Sen, bu diniden, her hangi bir şey üzerinde bulunmaksızın ayrılıp benim dinime girmedikce, Allah, senin takdim edeceğin kurbanı kabul etmez!” dedi. Nemrud: “Ey İbrahim! Ben, mülk ve saltanatı, elden bırakmağa güç yetiremem. Fakat, ben, onun için, kurban keseceğim” dedi ve kesti.[5] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Taberi-Tarih c.1/124; Sâlebi-Arais s.78; İbn Esir-Kâmil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158. [2] Taberi-Tarih c.1/124; İbn Esir-Kamil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158. [3] Taberi-Tarih c.1/123; Salebi-Arais; İbn.Esir-Kamil c.1/99; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.159. [4] Taberi-Tarih c.1/124; Salebi-Arais s.78; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.159. [5] Taberi-Tarih c.1/124,125; Salebi-Arais s.78; İbn Esir-Kamil c.1/99,100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#142 |
![]() 1. İbrahim as.’ın Ateş İçinde Annesiyle Görüşmesi :
İbrahim as. annesi Nuna, oğluna bakıp ateşin onu yakmadığını görünce: “Ey yavrucuğum! Ben, senin yanına gelmek istiyorum. Allah’a dua et de, çevrendeki ateşin hararetinden, beni korusun!” dedi. İbrahim as.: “Olur!” dedi. Nuna, oğlunun yanına kadar geldi. Ateşin harâretinden, hiçbir şey ona, dokunmadı. Nuna, gelince, İbrahim as.’ı kucaklayıp öptükten sonra geri döndü.[1] -------------------------------------------------------------------------------- [1] İbn.Asakir-Tarih c.2/145; Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1/146; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.158. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#143 |
![]() 1. İbrâhim as.’ın Yaşadığı Medeniyet Tam Bir Şirk Medeniyeti idi :
Çağımızın araştırma ve incelemelerinin sonuçları doğruysa, Hz.İbrâhim'in ümmeti için şirk sadece dini bir inanç veya putperestler mahsus bir ibadet şekli değil. Aynı zamanda bu milletin bütün siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel hayatı bunun üzerinde kurulmuştu. Buna karşılık, İbrâhim as.'ın Tevhid ile ilgili daveti sadece putperestlerin ibadet şeklini ve inancının değil, aynı zamanda hükümdarların tanrısal sıfatlarının, hakim sınıfın imtiyaz ve üstünlüklerini, rahip ve din adamlarının menfaatini ve kısacası ülkenin siyasi, ekonomik ve sosyal yapısının tümünü etkileyecek nitelikte idi. Hz.İbrâhim'in davetinin kabul etmek, toplumum temelden değiştirmek demekti. Bu toplum yepyeni temellere oturtulmalıydı. Böyle büyük çaptaki bir değişiklik ve devrimi kimse kabul etmeye hazır değildi, hele menfaatları en çok etkilenecek olan hükümdarlar, hakim sınıf, din adamları ve en başta Nemrud benimseyemezdi. Onun için toplumun her kesimi buna şiddetle tepki gösterdi. İşte bunun içindir ki İbrâhim as'ın yaşadığı dönemdeki medeniyet tam bir şirk medeniyetiydi. [1] Bireysel ve toplumsal alanların tümünde anlayış, teori ve pratik olarak tümüyle şirke gömülmüş bir toplumu ıslaha çalışmak, onları İslâmî anlamda değiştirip dönüştürme gayreti, gerçekten ağır bir yüktür. Böylesine çile ve cefa ile karşı karşıya gelecek bir elçinin daha küçük yaşta iken Rabbi tarafından terbiye edilmesi ve yetiştirilmesi gerekirdi. Çünkü elçiye yüklenen görev ve emânetler, kabiliyet ve enerji ister, güç ve potansiyel ister. [2] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Mevdudi Tarih boyunca tevhid mücadelesi ve Hz. Peygamberin hayatı c.1/449. [2] Beşir İslâmoğlu, İslâmî Hareketin Tarihî Seyri: 42-44. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#144 |
![]() 1. Taklidin Problemi (Zorluğu) :
İbrahim as.’ın kavmini davette karşılaştığı en önemli sorun; ata ve ecdâdın akidelerine karşı çok şiddetli taassup idi. Yenilik ve değişimin olamayacağına olan ısrardı. Bundan dolayı İbrahim as. babası Âzer’i iknaya çalıştığında ve onun için anlaşılır deliller ve dimağa işleyen olgun kanıtlar ileri sürdüğünde, müşrik baba aklını dondurur, işletmezdi. Oğlunun ata ve ecdadın inançlarına muhalefetini asla kabul etmez, O’nu redederdi. “Ey İbrahim, benim ilahlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşa tutarım ve benden tamamen uzaklaş!” İbrahim as.’ın kavminin Peygamberlerine cevabı, babasının cevabından farklı değildir. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Onlara İbrahim’in haberini de oku. Hani o babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” dediğinde onlar da: “Putlara tapıyoruz. Onlara devamlı ibadet ediyoruz.” Dediler. İbrahim “Yakardığınız zaman (dua ettiğinizde) onlar sizi işitiyorlar mı? Size bir fayda veya zararları oluyor mu?” dedi. Onlar: “Hayır, biz babalarımızı böyle yapar bulduk” dediler.[1] Ve Allah Teala buyuruyor: “Şüphesiz ki, Biz bundan evvel İbrahim’e hakkı bulma kaabiliyeti verdik. Ve biz O’nun Peygamberliği yüklenebileceğini biliyorduk. O zaman babasına ve kavmine, “sizin taptığınız bu heykeller nedir?” dediğinde onlar: “Babalarımızı bunlara ibadet eder bulduk” dediler. İbrahim: “Muhakkak ki, siz ve babalarınız açık bir sapıklık içerisindesiniz” dedi.”[2] Bu, bütün Allah Rasûllerinin düşmanlarının yolu idi. Ve insanları hak’dan alıkoymaktaki metodları idi. El-Meleu (kavmin ileri gelenleri) kendilerinin, ata ve ecdadın akideleri için meşru vekiller olduklarını iddia ediyorlar, yeryüzünü fesada veriyor ve insanları ve bitkileri helak ediyorlardı. İnsanların çoğunluğuna gelince, bunların tamamı bu hayata ülfet ettiler ve hayvanlar gibi, hatta onlardan da daha aşağı olarak alışkanlık peydah ettiler. Zemahşeri (Allah O’na rahmet etsin) diyor ki: “Taklit ve delilsiz kabul edilmiş söz ne kötü bir şeydir. Şeytan’ın mukallitleri yavaş yavaş farkına varmadan putlara tapmakta atalarını taklit ettirme sırasındaki hilesi ne büyüktür. Onlar o putlara yüzlerini gözlerini sürerler ve kendilerinin de doğru bir yol üzere olduklarına inanırlar. Mezheplerini desteklemede çok gayret eder ve sapıklıklarını müdafaa yolunda ehl-i hak ile mücaledel ederler. Putlara ibadet edenlerin onlardan olması, ehl-i taklid’e utanç olarak yeter.” Cehennem ehlinin mukallitlere cevaplarındaki sözleri bize kâfidir: “Ve eğer işitseydik ve akleden olsaydık, Cehennem ehli içinde olmazdık, derler. İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o Cehennem ehli!”[3] Ve Cenab-ı Hak buyuruyor: “Biz insanlardan ve cinlerden bir çoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla idrak etmezler. Gözleri vardır, lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır, ama onlarla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta onlardan da sapıktırlar. Onlar gafillerin ta kendileridir.”[4] Ve putların kulları makallitler, ilahlarından bir kötülüğün gelip Halilü’r-Rahman’a isabet etmesinden korkuyorlardı. Bunda herhangi bir gariplik yoktur. Çünkü aklını kaçıranlar zannederler ki, o putlar fayda ve zarar veriyor. Alluhu Teala şöyle buyuruyor: “Kavmi O’nunla mücadeleye girişti. İbrahim: Benimle, Allah hakkında mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki O, beni doğru yola (hidayete) iletmiştir. O’na şirk koştuklarınızdan korkmam. Rabb’imin istediği şeyden başkası olmaz. Rabb’im her şeşi ilmi ile kuşatmıştır. Öğüt almaz mısınz?”[5] Bizler bugün İbrahim as.’ın karşılaştıklarıyla karşılaşmaktayız. Çünkü insanların çoğu, sadece liderlerinin sözünde düşünüyorlar. Hiç görüş bildirmeden ya da delile önem vermeden, onlar ne şekilde görüp düşünüyorlarsa, sadece onların görüşlerini benimsiyorlar... Sürekli olarak milyonlarca kıssayı onları anlatanlardan dinliyoruz: Falanca Falancaya kalpten konuştu. Sonra ona uykusunda geldi ve şiddetli bir tokat vurdu. Ha o takadın izi cisminde vardır. Hatta sen kabirlerin kullarından yemin talep etsen, yalan yere Allah adına yemin ederler; fakat ölmüş evliyalarının adına yalan yere yemin etmeye cesaret edemezler. O halde bu sorunu çözmek için İbrahim as.’ın kavmiyle mücadelede zorlukları nasıl göğüslediğine bakalım. [6] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: Şuara, 69, 74. [2] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 51,54. [3] Kur’an-ı Kerim: Mülk, 10,11. [4] Kur’an-ı Kerim: Araf, 179. [5] Kur’an-ı Kerim: Enam, 80. [6] Muhammed Ahmet El Adevi, Peygamberlerin Allah’a Davetleri, s.54; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 171-175. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#145 |
![]() 1. Sebep ve Sonuçların Oluşturduğu Mucizeler :
Kur’an-ı Kerim bir çok peygamberden söz ederken muciizelerden de bahsetmektedir: Tufan ve Nuh’un gemesi, İbrahim’i ateşin yakmaması, Musa’nın asâsının yılan oluşu, oğlu Yusaf’un bulunduğuna dair Yakub’un vahiyler alması, İsâ’ın hastaları işileştirmesi (Aleyhimesselâm) v.s... Kendisinden evvel gelen peygamberler, Allah tarafından bu şerefe layık görülürler de Peygamberler, Peygamberi, son Resûl aynı şekilde fevkalâdelikler taşıyan tezâhurlere nasıl oluur da sâhip kılınmaz? İslâm tarihi, çok sayıda bu çeşit mûcizeleri O’na bağlamış bulunmaktadır. Kur’ana-ı Kerim’de peygamberlerin sâhip olduğu mucizelerden bahsedilirken, hemen aynı yerde, bu çeşit mucizeleri, bizzâtihi peygamberlerin değil, ve fakat Allah’ın yaptığı söylenir. O şekilde izah olunur ki, onlar bu zor vazifelerinin yerine getirirlerken hem onları kuvvetlendirmek ve hem de şereflendirip üstün kılmak için Allah, peygamberlerin bu çeşit fevkâlâdeliklere tam büyük bir ihtiyaç duydukları sırada mucizeler yaratır. Mûcizenin kendisi, bu “olayı” yaratan “sebep” bizim için meçhul kalsa bile, anormal bir şey değildir. Ekseriyetle o vak’anın anlatımındaki ön ve arka bilgiler bize bunun tuhaf ve şaşılacak bir şeymiş gibi göstermektedir. Kendi içinde hasıl olan bir sarsıntı veya patlama, yahut bir gök cismi ile çarpışması ay’ı ikiye yarabilir: fakat işte bu olayın tam peygamberin buna ihtiyacı olduğu bir sırada vakû bulmasına biz mucize diyoruz. Şayet bir yer altı su kaynağı bir toprak tabakası ile örtülül bulunsa da işte bu tabaka kazıldığında buradan yeni bir büyük yer altı ysu kaynağı fşkırıp çıksa, bunda şaşılacak bir şey yoktur. Fakat ayın olay, bir peygamber ve terafdaki arakadaşlarının iyice susadıkları bir sırada vukû bulacak olsa, biz bunu mucizevi sayarız. Sebepleri ve banlardan doğan neticeleri yaratan Allah için hiç birk şey mucizevi değildir. Bu çeşit olayları belli bir anlatım metni içinde mucizevi sayan veya bazılarını bu özellikte bulmayan ancak ve sadece biziz.[1] Şayet Allah bütün insanların mutlak iyi ve güzel davranışlar içinde bulunmalarını dilemiş olsaydı, onları Melekler kadar itaatkâr yaratırdı ve artık peygamberler göndermeye ihtiyaç kalmazdı; yahut bu peygamberlerin duâ ve yakarışlarını kabul ederdi de bütün inanmayan kâfirler bir anda mü’min ve müslüman hâle gelirlerdi. Onun arzu ve dileği (meşiyyeti) böyle olmamıştır; aksine Allah, kâinatı bir sebepler ve neticeler âlemi olarak yaratmıştır. O istemiştir ki kendi resûlleri dahi herhangi bir kimse gibi emek ve gayret göstermiş olsunlar (sebeplere başvursunlar), yine O istemiştir ki insanlar, bu peygamberlerin emek ve gayretleri sonucu ortaya koydukları hazır neticelere göre değil de peygamberlerin belli bir durumda, belli bir hâdise içinde başvurdukları yapıcı rol oynayan sebep, âmil (:etken), emek ve gayretlere göre muhâkeme yürütüp hükme varsılar.[2] Gayret ve emek bizden, bunun neticesini vermek Allah’dandır.[3] Hattâ denebilir ki bizzat Kur’an-ı Kerim bile, kemâle ermiş insan topluluklarının Allah indinde pek kolay ve basit şeyler olan mûcizeler peşinde koşup durmamaları hususunda ısrar etmekte, buna mukabil Kur’ân’ın ve Resûlullah’ın getirip gösterdiği öğretim ve bilgileri arayıp tetkik etmelerini istemektedir. Gerçekten de Mekk’de nâzil olan bir surede bize şöyle denilmektedir: “Ve onlar şöyle söylediler: “Rabbi tarafından şu Muhammed üzerine acaba niçin bir takım işâretler indirilmedi?” Sen de ki Yâ Muhammed: “Bu işâretler (: Mûcizeler) muhakkak ki Allah katındandır ve muhakkak ki ben pek açık bir uyarıcı kişiyim.” Nasıl olur, onlara okunup duran şu Kitâbı, bizin sana indirmiş olmamız kâfi gelmiyor mu?! Gerçekten de şu (Kur’an’da) iman eden kimseler için bir rahmet ve bir hatırlatış (zikir) vardır...[4]” [5] Urfa daki balıklı göl Allah’ın bir mucizesi mi yoksa bir efsane mi? -------------------------------------------------------------------------------- [1] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.120,121. [2] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.123. [3] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.124. [4] Kur’an-ı Kerim: 28/50-51. [5] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, İrfan Yayımcılık: s.125. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#146 |
![]() 1. İbrahim As. Allah’tan Başka Kimseden Korkmazdı :
İbrahim as.’ı okuyan bazılarının zihinleri, hep O’nun desteklenmiş başarılarına, Cenab-ı Hakk’ın O’na sürekli yardım etmesine bütün bela ve sıkıntılarında düşmanlarına karşı takındığı tavırlarına takılmaktadır. Bunlar, İbrahim as.’ın gittiği yolun zorluklarını, kavminden uzaklaştığını, insanların O’na karşı şiddetli düşmünlığı ve Cenab-ı Hakk’ın İbrahim as.’ı zaferle ikram etmeden önce karşılaştığı zorlukları unutuluyorlar ya da unutmuş gibi oluyorlar. Örneğin İbrahim as. putları parça parça ederken, asla kavminin O’nu ateşe atacağını ve Cenab-ı Hakk’ın da O’nu ateşten kurtaracağını bulmuyordu. Bütün bildiği; tağutların O’ndan intikam alacağıdır. Belki de öldürülmesine başvuracaklardı... Buna rağmen Allah yolunda ölmek İbrahim as.’a çok hafif ve basit geldi. Tıpkı Cenab-ı Hakk’ın kuvvetini hatırladığında, tağutun gücü ve cezalandırması aldatmacalarından ve isteklerinden yüz çevirdi. Dünyanın Cenab-ı Hakk’ın yanında bir sivrisineğin kanadına denk olmadığına inandı. Kavmi O’nu tehdit ettikleri ve azap vaadettiklerinde, büyük bir kararlılık ve güçle onlara cevap verdi. Cenab-ı Hak İbrahim’in lisanı üzere şöyle buyuruyor: “Sizin şirk koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım? Halbuki siz elinizde delil ve bürhan olmadığı halde Allah’a şirk koşmaktan korkmuyursunuz. İki zümreden, emin olmaya daha haklı olan hangimizdir? Eğer biliyorsanız; emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içindir. Hidayete erenler de onlardır.[1] Ben onların sağır (duymaz) ve zara ve fayda veremez olduklarını bildiğim halde, sizin putlarınızdan nasıl korkarım? Ordulara ve mallara sahip olduğu halde zayıf ve güçsüz olan tağutlarınızdan ve önderlerinizden nasıl korkarım? Ecelleri geldiğinde bir an dahi ne ileri, ne de geri bırakılmayacaklarını bildiğim halde onlardan nasıl korkarım? Öyle ise benden onların korkmaları daha doğru olur. Çünkü onlar yüce ve kudretli olan Allah’tan başkasına ibadet etmişlerdi. Ve Cenab-ı Hakk’ın her şeydeki ayetlerini (delillerini) gördükleri halde, O’nun nimetlerini inkar etmişlerdi. Esasen sizin benden kormanız daha doğrudur. Çünkü ölümün güçlü kolları sizi almakta ve Cehennem’in çılgın alevleri de sizleri beklemektedir. O vaadedilmiş günde mallarınız sizden hiçbir azabı geri çeviremiyecektir. Yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz halde Rabb’inize arzolunduğunuz gün, hiçbir şeye sahip olmayacaksınız. Daha sonra İbrahim kavmiyle olan münazarasında özel durumdan umumi olana geçiyor: “Emin olmak, iman edip de imanlarına zulmü karıştırmayanlar içnidr. Hidayete erenler de onlardır.” Allah’a iman edenler, O’na boyun eğenler, O’nun kaza ve kaderi için kalpleri mutmain olanlar ve imanlarına şirk karıştırmayanlar var ya, işte emin olmak onlar içindir. İsterse zalimlerin hapishanelerinde tutuklu olsalar bile. Çünkü onlar, fitnelere karşı azabı, dünya hayatına karşı da acıları seçip tercih etmişlerdir. Allah’la karşılaşmaya aşık olmuşlar ve O’na yakınlığı dünyanın her türlü aldatmacalarına tercih etmişlerdir. Kafirlere gelince, onların hayatları tahammül edilmez bir Cehennem’dir. Çekilmez korkulardır. Allahu Teâla şöyle buyuruyor: “Delilleri olmaksızın Allah’a şirk koşanların cezası olarak kafirlerin kalplerine korku salarız. Onların yurtları ateştir. Orası, zalimleri dönüp varacağı ne kötü bir yerdir.”[2] Cenab-ı Hakk’ın müşrik tağutların kalplerine bıraktığı bu korkunun alametlerinden bir de; onlardan her birinin sokakta normal insanlardan birisi gibi dolaşmayı ve yürümeyi temenni etmeleridir. Hatta basit bir insan gibi yürümeyi arzu etmeleridir. Fakat ayakları üzerine yürümeye cesaret edemez. Arabasından çıkarken beraberinde koruma görevlilerini görürssün. Sonra yine de emniyette olduğunu hissedemez. Bilakis her an engiellenmesi mümkün olmayan sonunu (ölümünü) bekler. İnsanlardan kendisine en yakın olanlarından bile şüphelenir. Bunlar en özel sırdaşı ve akrabası olsa da yine şüphe içindedir. O tağut ölse Rabb’i katında tamamen azap ve işkence olan yeni bir hayat başlayacaktır. Mü’minlere gelince, Allah’a ibadet ederler. O’nuin yolunda cihad ederler ve onlara her ne isabet etse, hepsi de hayırdır ve saadettir. Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “De ki: Siz bizim için iki iyilikten birinden başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz Allah’ın size kendi katından veya bizim elimiizle bir azap getireceğinin bekliyoruz. Haydi siz bekleyin, biz de sizinle birlikte bekleyenlerdeniz”[3] Elbette ki bu manalar Sahabelerin, Tabiinlerin ve Selef-i Salihinin ileri gelenlerinin nefislerinde açık seçikti. Allah onların hepisinden de razı olsun. Fars ordularının konutanı (Rüstem) Rabii bin Amir’e sordu ve dedi ki: Sizi buraya hangi sebep getirdi? Rabii de dedi ki: “Delediğini kullara kulluktan Allah’a kulluğa, dünyanın darlığından genişliğine ve dinlerin zulmünden İslâm’ın adaletiine çıkartmamız için bizi Allah gönderdi. Bize dinini gönderdi ki kullarını o dine çağıralım diye. Bunu kim kabul ederse biz de ondan bunu kabul eder ve geri döneriz. Kim de yüz çevirirse sonuna kadar onunla savaşırız. Ta ki Allah’ın vaadine kavuşalım. Dediler ki: Allah’ın vaadi nedir ki? O: Yüz çevirene karşı savaşıp da ölene Cennet, sağ olarak (kalan)’a da zafer.”[4] Allah rahmet etsin, Şeyhül İslam İbn-i Teymiyye diyor ki: “Düşmanlarım bana ne yapabilir ki? Ben öyle iyiyim ki, cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gitsem o benimle birliktedir. Benden ayrılmaz. Ben öyle biriyim ki; benim hapisim halvet, öldürülmem şahadet ve memleketimden çıkartılmam seyahettir. Ve reddi ki: Asıl zindan, kalbini Rabb’inden hapsedendir. Asıl esir ise; hevası kendisini esir edendir.” Hapishaneye sokulduğunda kaleye geldi ve kalenin surlarının içinde iken, sur’a baktı ve şu ayeti okudu: “....Derken, aralarına tek kapısı bulunan bir sur yapılır ki, iç tarafı, rahmet, dış tarafında da azap vardır.” İbni’l Kayyım: “Allah’ın ilmine yemin ederim ki, ben yaşantı bakımından O’ndan (İbn-i Teymiyye’den) daha temizini asla görmedim. O’nda geçim darlığı olduğu, nimet ve bolluk olmadığı halde, nimet ve bolluğun aksi durumu olduğu halde, O’nun hayatında hapis, tehdit ve korkutma olmasına rağmen, O bununla beraber yaşantı bakımından insanların en güzeliydi. Gönül genişliği bakımından insanların en genişi ve kalbî durumda onların en kuvvetlisiydi. Nefsî açıdan insanların en mutlu olanıydı. Yüzünde nimetlerin pırıltıları levhalaşırdı. Bizde korku şiddetlendiğinde, düşünceler kötüleştiğinde ve yeryüzü bize dar geldiğinde O’na giderdik. Sadece O’nu görür ve sözünü dinlerdik. Arkasından bunların hepsi giderdi. Sonuçta huzura, kuvvete, yakine ve mutmainliğe dönerdik........”[5] İşte bundan dolayı İbrahim as. zafere ulaştı. Tıpkı Peygamberlerin sonuncusunun, Sahabelerinin, Tabiinin ve onlardan sonra gelen asırların en hayırlılarının zafere ulaştıkları gibi... Hapishanenin halvet, sürgünün seyahat ve ölümün de şehadet olduğuna inanan davetçi alimlerin yönlendirdiği bir ümmet, asla yenilgiye uğramaz. Ne zamn ki ümmetimiz bu örnek davetçi erlerden mahrum oldu, Cenab-ı Hak bizim üzerimize düşmanlarımızı musallat etti de insanların en döküntüsü ve gariplerinden olmaya, (sürülme ve parçalanmalara) düçar olduk. Ve müslümanlar öyle hale geldi ki, tıpkı selin önündeki çer çöp gibi oldular. Hiç kimse onlardan korkmuyor ve onlar için herhangi bir hesap dahi yapılmıyor. Gerçekten üzücü olanlardan birisi de: Onlardan birisi duysa ki yönetim onun hareketlerini kontrol ediyor, onu hemen korku kaplar, heyecanlarınr. Artık insanlardan kendisine en yakın olanlardan bile şüphelenmeye başlar. Bazıları için yönetim korkma, müzmin bir akıl hastalığına dönüşür. Allah’a sığınırız. İşte bunun için tağuta münafıklık yapan bazıları, onlardan herhangi bir vazife veya mal aramıyorlar. Sadece ondan (onun şerrinden) selamette olmayı umuyorlar. O’nun casuslarından ve muhafızlarından emin olmayı umuyorlar. Yöneticinin veya onun ileri gelen vazifesinin meclislerine sık sık devam etmesinden nefisleri sürekli zayıflamaktadır. Hatta öyle olur ki, tağutun elemanlarından biri olurlar. O’nuun hiçbir emrine asi olmaz ve hiçbir isteğine redetmez. Çok çok gariptir ki, bu davetçilerin her biri saatlerce Cenab-ı Hakk’ın şu ayetinin tefsinden bahsederler: “Size bu sözü siyleyen, doslarının korkutan Şeytan’dır. Eğer mü’min iseniz onlardan değil, benden korkunuz.”[6] Ey Allahım! Kalplerimizi senden ve senin ateşinden korkmakla doldur. Ey Alemlerin Rabbi! Gönüllerimizi senden başka olan korkulardan kurtar! Ey Allah’ım, senin yolunda bizleri şehadetle rızıklandır! Bizim ve müslümanların sonlarını en güzel bir şekilde kıl! Ey Allah’ım! Senden başka hiç kimseden korkmayan Peygamberini örnek almayı bizlere sevdir! Yâ Rabbel âlemin!...[7] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Kur’an-ı Kerim: En’am, 81,82. [2] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran, 151. [3] Kur’an-ı Kerim: Tevbe: 52 [4] El Bidaye ven Nihaye c.7/39; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 232-236 [5] El Kelimü’t Tayyib. İbn-il Kayyım. (Kevakibül Dürriyye fi Menakıbı Şeyhül İslâm İbn-i Teymiyye) adlı kitaptan aktarılmıştır; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 236-238. [6] Kur’an-ı Kerim: Al-i İmran: 175. [7] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 238-239. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#147 |
![]() I. BÖLÜM: SUNNETULLAH’TAN OLAN HİCRET
1. Müslümanlar Tek Vücut Gibidirler : Müslümanlar bir vücut gibidirler. Eğer o vücuttan bir aza rahatsız olsa, vücudun diğer azaları onun için sabahlara kadar uykusuz ve humma hastalığına tutulmuş bir şekilde birbirlerini (yardıma) çağırırlar. Bu ümmetin cesedinin başı ise kendi asrında İbrahim as. idi. O’nun öyle bir kıymeti vardır ki Hatemü’l Enbiya’dan sonra bile baş olması devam etmektedir. Her müslümanın sabah akşam her gün ömür boyunca Halilü’r Rahman’ın ve Şeyhül Enbiya’nın kıssalarından mücrim ve zalim kavmişle olan mücadelsinden hatırlamsı elbette tuhaf değildir. Bu düşünce ve şuur ortaklığının alametleri pek çoktur. Biz vezeğ (çok küçük yılan) kıssasını seçiyoruz. Said bin El Museyyeb’den, O da Ümmü Şüreyk r.a’dan dedi ki: Allah Rasûlü “vezeğ”in öldürülmesini emretti ve şöyle dedi: “O İbrahim’in ateşinin tutuşması için ateşe üfürüyordu.”[1] Aişe annemizden gelen Ahmet bin Hanbel’in rivayetinde ise, Allah Rasûlü s.a.v. şöyle buyurmaktadır: “Vezeğ’i öldürün. Çünük o İbrahim’in üzerine ateşe üfürüyordu.” Ahmet bin Hanbel dedi ki : “Aişe Radıyallahü anha onu öldürüdü.” Yine Ahmet bin Hanbel’e ait başka bir rivayette de: Bir kadın Aişe’nin yanına geldiğinde dikilmiş bir mızrak görür ve “bu mızrak nedir?” der. Aişe Radıyallahü Anha’da: “Onunla vezeğ’leri öldürüyoruz” dedi ve sonra da Allah Rasûlü’nden, s.a.v. şunu anlattı: “İbrahim as. ateşe atıldığında bütün hayvanlar o ateşi söndürmeye başladılar. Vezeğ hariç. O, ateşin İbrahim’i yakması için ateşe üfllemeye başladı.” Bu iki vecihte Ahmet İbn-i Hanbel münferit kaldı.[2] Ey Rabbim! Seni her türlü noksanlıktan tenzih ederim. Bize hidayet buyurduğun ve ona tabi olmakla bize ihsanda bulunduğun bu din ne yücedir. İslâm’ın kendi fertleri arasına koyduğu bu vicdanî ortaklık ne mükemmel bir şuur ve düşünce ortaklığıdır! Binlerce seneden beri müslümanlar her gördüklerinde vezeğ’i öldürmeye koştular. Çünkü o, ibrahim babamızın üzerine ateşe üflüyordu. İbrahim as.’ın düşmanı, her müslümanın düşmanıdır.... Cenab-ı Hak yeryüzünü ve üzerindekilerini haşredinceye kadar müslümanlar bu durum üzere kalacaklardır. Alllah düşmanlarıyla barışmak ve onlara sevgi beslemek asla yoktur. İsterse bu düşmanlar vezeğ gibi küçük hayvanlar da olsa... Vezeğ olayını ve diğerlerini özel ve genel bütün müslümanlar bilirler. Örneğin eğer uzak bir köyde olan genç bir çocuk vezeğ görse, hemen onu öldürmeye koşar. Çünkü ailesini onu öldürürken görmüştür ve onun Halilü’r Rahman’ın yanması için ateşe üflediğini ailesinden duymuştur. Gerçekten üzücü olan şeylerden biri de; bir olan İslâmi vücudun pek çok zaaf ve aldırmazlık isabet etmiştir....Çünkü İslâm düşmanları nice Allah davetçilerini İslâm aleminin çeşitli bölgelerinde hasediyor ve idam ediyorlar da, onların hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Eğer bilseler ve müteessir olsalar da bu tesirlenmeleri âdeta bir yaz bulutunu andırmaktadır... İşte bunun için müslümanların helak edilmesi ve onlar için idam sehpalarını kurmak hiçbir önem arzetmeyen normal işlerden oldu. Hatta bir devletin başka bir devletle olan futbol maçına dünya yayın organlarında Lübnan’daki Sabra ve Şâtîla kamplarının yerle bir edilmesinden daha fazla ilgi gösterilmektedir. Dünyanın katliam için veya yahudi hapishaneleri için durmayıp devam etmesi, Müslümanların dünyanın her tarafında boğazlanmalır, dünyadaki büyük devletlerin hepsinde de Müslüman cellatlarına her türlü yardımın yapılması ve bilakis halkı Müslüman olan devletlerden bu Müslüman cellatlarına verilen destek kesinlikle en üzücü olanıdır.[3] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Buhari-Sahih’inde rivayet etmiştir.; Fethu’l Bari 7/204, lafız da Buhari’ye aittir. Müslim ise, İbn-i Cüreyc hadisinden rivayet etmiştir. Nesai ve İbn-i Mace de Süfyan bin Uyeyne hadisinden tahric etmişlerdir. [2] Kıssu’l Enbiya. İbn-i Kesir s.185; Darul Kütübül Hadiyse Tahkik: Mustafa Abdul Vahid. Kitabı tahkik eden vezeğ kıssası hakkında diyor ki: “Akla muhalefet ettiği için bu rivayetlere mutmain olamıyoruz. Çünkü hayvanlar için bir mükellefiyet yoktur. Vezeğ, Allah Rasülü’nün öldürmekle emrettiği fevasık (zararlı hayvanlar)dan da değildir. Eğer onun öldürülmesini emrettiği doğruysa, o zaman ayrı bir illetin olması lazımdır.” Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde rivayet ettikleri ve yine Ahmet İbn-i Hanbel’in, Nesai’nin ve İbn-i Mace’nin de rivayet ettiği hadisler hangi akla muhalifmiş? Abdul Vahid El bidaye ven Nihaye kitabının tahkik ettiğini iddia ettiğinde kim bilir İbn-i Kesir ne kadar zulme uğramıştır.?!. [3] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 240-243. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#148 |
![]() 1. İbrâhim as. ile Ona İman Edenlerin İnançları Uğruna Hicreti :
İbrahim as.’ın kavmi Halilü’r Rahman’ı öldürmekten ve davet ettiği fikirlerinden O’nu geri döndürmekten aciz kaldıklarını tamamen anladılar. Onların alevli ateşleri, İbrahim as.’ın tırnaklarından bir tanesine dahi dokunmaktan veya elbisesinden en küçük bir parçasını bile yakmaktan aciz kaldıktan sonra tağutları –Nemrud- şaşırıp kaldı. Ne yapacağını bilemiyordu. İbrahim as. da iyice anladı ki, şirkin kökleri onların kalplerinde ve akıllarında gerçekten tam kök salmıştı. İbrahim as. onlara kesinlikle bir çok düşündürücü deliller getirdi, akıllarının hayrete düştükleri mücizeleri gördüler. Fakat bütün bunlar, onların bâtılda ısrar etmelerini ve haktan yüz çevirmelerini artırmaktan başka hiçbir fayda vermedi. İbrahim as.’ın nasihat ve vaatı onları hakka döndürmedi. Öyle ise İbrahim as.’ın nebatsız, kurak, su tutmayan ve ot bitmeyen arzda (yerde) kalmasında hiçbir fayda yoktu. Allah’ın azabının acele kendilerine gelmesini isteyen, Allah’ın Rasûllerine ve Enbiyalarına tenezzül etmeyen bir kavmin arasında durmasının hiçbir yararı yoktu. İbrahim as. ve kendisiyle beraber olanların hakkında, Cenab-ı Hakk’ın mübarek yere hicret emri geldi.[1] İbrâhim as.'ın Nemrud'un ateşinden dipdiri çıktığını gören bazı kimseler, Nemrud ile adamlarının şerlerinden korkmalarına rağmen, İbrâhim as'ın davetine icabet ederek, Allah'a iman ettiler. İman edenler arasında İbrâhim as. kardeşi Harran'ın oğlu Lut, İbrâhim as.'ın amcası büyük Harran'ın kızı Hz.Sâre'de bulunuyordu.[2] Bir rivayete göre, Sare, Harran hükümdarının kızıydı ve İbrâhim as. ile birlikte Allah’a iman etmişti.[3] Yüce Allah, İbrâhim as.'a Nemrud'un ülkesinden ayrılıp, kutsal Şam topraklarına doğru gitmesini emretti. Rabb'inin yolunda Muhacir olarak, yurdundan gizlice ayrıldı. Amcası Haran’ın Kızı Hz.Sâre de, Rabb’ine, rahatça ibadet etmek üzre, firar yolunu seçip ibrahim as. ile birlikte yola çıktı. O zaman İbrâhim as.'ın ve Kûsa halkının dili süryanca idi. [4] Daha sonra Allah'u Teala İbrâhim as.'a Hz. Sâre ile de evlenmesini vahyetmiştir.[5] Hz. Sâre de, hiç boşamamak şartı ile kendisiyle evlenebileceğini teklif etti.[6] İbrâhim as.'da, bu şartla, onunla evlendi. Rivayete göre o zaman, İbrâhim as. 37 yaşında idi. [7] İbrahim as. ile birlikte, Lut as.’da hicret etti.[8] Nemrud, Muhacirlerin arkalarından adamlar gönderdi ve Süryanca konuşan herkesin kendisine getirilmesini emretti. İbrâhim as. Harran'da Fırat'ı geçince, Yüce Allah, O'nun dilini, İbraniceye çevirdi, değiştirdi. Nemrud'un adamları, muhacirlere yetişince İbranice konuştuklarının gördüler, dilini anlamadıkları için serbest bıraktılar.[9] İbrahim as. vatanından ve çocukluk arkadaşlarından ayrıldı. Ve kendinise en yakın olan ehlinden ve akrabalarından da ayrıldı. Diniyle birlikte Allah’ın geniş arzında hicret etti. Kendisiyle birlikte müslüman olarak hanımı Sare ve kardeşinin oğlundan başka kimse yoktu. İbrahim, Lut ve Sare. Müslümanların cemaatı işte bunlardı. Bunlardan başka yeryüzünde Allah’ı zikreden yoktu. Bunda, çokluğa güvenen ve eğitimin fonksiyonunu ihmal edenler için ibretler vardır.[10] -------------------------------------------------------------------------------- [1] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 216,217. [2] Taberi-Tarih c.1, s.124-125; İbn.Esir-Kâmil c.1, s.100; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [3] İbn.Esir-Kâmil c.1, s.92; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [4] Taberi-Tarih c.1, s.125; Salebi-Arais s.78-79; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [5] İbn.İyas-Bedayiüzzühur s.86; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [6] İbn. Sa’d-Tabakat c.1 s.46. M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [7] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; Taberi-Tarih c.1, s.159-160; İbn. Asâkir-Tarih c.2, s.147; Mes’ûdi-Ahbaruzzaman s.180; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [8] Taberi-Tarih c.1, s.125; Sâlebî-Arais s.79; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.160. [9] İbn.Sa’d-Tabakat c.1, s.46; Taberi-Tarih c.1, s.159-160; İbn. Asâkir-Tarih c.2, s.147; M.Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Diyanet Vakfı Yayınları: s.161. [10] M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 219. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#149 |
![]() 1. İbrâhim as.’ın Hz. Sâre Yüzünden Başı Dertte :
Nemrud’dan kaçmayı Allah’ın yardımıyla başaran Hz.İbrâhim, amcasının kızı olan hanımı Hz. Sâre[1] ile birlikte Mısır tarafına yolculukları devam ederken "Erdün" kasabasına gelmişler; şehrin kralı ile aralarında ilginç bir hadise geçmiştir. Ebu Hureyre, Peygamber (s.a.s)'den rivayet etmiştir. Hz. Peygamber şöyle anlatmıştır: İbrâhim (a.s) hanımı Sâre ile birlikte bir şehre gelmişlerdi. O şehirde bir kral veya zâlim bir idareci vardı. (Mısır da ilk Fravunlardan, Totis hüküm sürmekteydi. Totis, babasını, öldürüp tahtına oturan, mütegallibe, zorba, atılgan, korkunç, hiddetli ve cezası şiddetli bir Fravun idi.) Bu zâlime ( şehrin giriş kapısındaki müfettişler, giderek.) "İbrâhim, yanında çok güzel bir kadınla şehre girdi" diye haber gönderdiler. Kral "ey İbrâhim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrâhim;”(din) kardeşimdir" dedi. Sonra Sâre'ye gelip "sakın beni yalancı çıkarma, ben bunlara seni kız kardeşimdir dedim. Allah'a yemin ederim ki, yeryüzünde benden, senden başka iman eden hiç kimse yoktur" buyurdu. Sâre kralın yanına gelince kral (ona kötülük yapmaya) teşebbüs etti. Hz. Sâre kalktı abdest aldı, namaza durdu. Sonra şöyle dua etti: "Yâ Rab! Ben sana ve senin peygamberine iman ettimse, ben kadınlığımı zevcimden başkasına karşı koruduysam (ki şu ana kadar böyleydim) benim üzerime şu kâfiri musallat etme". Kralın nefesi boğuldu; ayağıyla yere vurarak çırpınmaya başladı. Bunun üzerine Sâre; "Allahım şayet bu adam ölürse bunu bu kadın öldürdü denilir." diye dua etti. Bunun üzerine adam rahatladı. Bu hadise üç defa tekrarlandı. Bunun üzerine melik etrafındakilere “siz bana şeytan göndermişsiniz Bu kadını İbrâhim (a.s)'e gönderiniz. Hâcer'i de Sâre'ye veriniz" dedi. Bunun üzerine Sâre Hz. İbrâhim'in yanına gelerek ona (olayı anlattı) ve "Anladın mı! Allah kâfiri zelil etti; bana bir cariyeyi de hizmetçi verdi" dedi.[2] İbrâhim (a.s), o ülkeden ayrıldıktan sonra pek çok yer gezdi. Sonunda Şam'da karar kıldı. Orada kendisine inananlar günden güne arttı. İbrâhim (a.s)'e inananların oluşturduğu kitleye "İbrâhim milleti" adı verildi. İbrâhim (a.s)'in bundan sonraki yaşantısı Lut (a.s), İsmail (a.s) ve İshak (a.s) ile birlikte geçti. Bunlar hakkında Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Onları buyruğumuz altında, insanları doğru yola götüren önderler yaptık; onlara iyi işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdi[3]”[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Ebu Bekir Cabir el-Cezairi, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 4/171-172.; Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36; Şamil İslâm Ans. c.3 İbrahim maddesi; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.162, 163. [2] Buhârî, Buyû, 100; Hibe, 36; Şamil İslâm Ans. c.3 İbrahim maddesi; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.162, 163. [3] Kur’an-ı Kerim: Enbiya, 21/73. [4] Şamil İslâm Ans. c.3 İbrahim maddesi. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#150 |
![]() 1. İslâmi Kaynaklara göre İbrâhim as.’ın Üç Tevriyesi[1] :
İbrahim as. onların putlarını rezil etme maksadına ulaşmak ve Cenab-ı Allah’ın hak olan dininin zafere ulaşması için konuşmada onlara tariz Hz.İbrâhim’in, Mısır’da bulunduğu sırada can güvenliği kaygısıyla eşini kız kardeşi olarak tanıtması Tevrat’ta olduğu gibi[2] Kur’ân dışındaki İslâmi kaynaklarda da anlatılmaktadır. Bu hadise göre İbrâhim üç defa yalan söylemiştir: Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "İbrâhim aleyhi's-salâtü ve's Selâm yalnız üç defa (te'vil ile başka bir manaya çevirerek) yalan söylemiştir. Bunların ikisi Aziz ve Celil olan Allah'ın zâtı ve rızası için: Birisi (putperestlere) "ben hastayım" demesi diğeri de "Belki putların şu büyüğü bu işi işlemiştir" demesi. Resulullah üçüncüsü için de şöyle demiştir: "İbrâhim günün birinde zevcesi Sâre ile birlikte azılı bir zalime uğramıştı. Kral "ey İbrâhim! yanındaki kadın neyin, kimindir?" diye sordurdu. İbrâhim (a.s) kardeşimdir" demiştir."[3] Nakledildiğine göre Kıyamet günü insanlar, Hz.Adem’den başlayarak bütün peygamberlerden şefaat dileyecekler, fakat her peygamber diğerine gönderecek, Hz. İbrâhim de bu üç yalanı sebebiyle buna yetkili olmadığını söyleyip gelenleri Hz.Musâ’ya yollayacak, sonuçta sadece Hz. Muhammed şefaate yetkili olacaktır.[4] -------------------------------------------------------------------------------- [1] Tevriyenin Manası: Lafzın zahirinde muhatabın anlamasına nisbetle yalancı olsa da, kişinin kendi tabiriyle kendine nisbetle sahih bir maksadı kasdetmesi ve yalancı olmamasıdır. Böyle bir durumda kişi tevriyeyi bırakıp doğrudan doğruya yalan söylese de haram değildir.; M. Surur b. Naif Zeynelabidin, Allah'a Davette Peygamberllerin Metodu I, Guraba Yayınları: s. 202. [2] Bkz. Tekvin, 12/11,20. [3] Buhârî, Enbiya, 8; Diyanet Vakfı İslâm Ans. c.21 s.270; Peygamberler Tarihi, M.Asım Köksal, Diyanet Vakfı Yayınları: s.162. [4] Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi c.21/272. |
|
![]() |
![]() |